İnsan kendi yaşamının öyküsü olması gerekirken, çoğu zaman bu öyküyü başkaları yazar.
Birilerinin sözü, birilerinin ölçüsü, birilerinin beğenisiyle yaşarız.
Gülüşlerimiz bile bize ait değildir artık; ödünç sevinçlerle süslenmiş yüzlerde dolaşırız.
Ve bu hâl, insanın kendi varlığını yavaş yavaş iptal etmesidir…
Oysa her birimizin içinde ‘biricik’ bir nefes vardır.
O nefes, bizi diğerlerinden ayıran değil, biz yapan candır...
Ama ne zaman o nefesi başkalarının soluklarına karıştırırız, kendi hakikatimizden uzaklaşırız.
Kendine ait olmayan bir yaşamı sürdürmek, bir çeşit içsel sürgündür… Kendisi kendisinin misafiridir…
Tasavvuf bu hâli “kendinden gafil olmak” diye tanımlar…
Kendini bilmeyen, Hak’tan da habersizdir.
Çünkü insan, ancak kendi iç aynasına dürüstçe baktığında,
orada yansıyan yüzün ardında bir başka yüz daha görür: Hakikatin yüzü.
Ne var ki, çoğu zaman bakışlarımız da yamuktur…
Kimi zaman kendimize teleskopla bakar, kendimizi dev aynasında görürüz;
kimi zaman da mikroskopla, küçücük bir kusuru büyütür, kendi içimizi zindana çeviririz.
Oysa gönül gözü, ne teleskopla ne mikroskopla bakar.
Gönül gözü, hakikate bakmanın adabını bilir; ne abartır, ne küçültür…
İnsanın iç dünyası sessiz bir mezarlığa benzer.
Unutulmuş sözler, yarım kalmış sevgiler, affedilmemiş hatalar orada uyur.
Bazen bir “hayalet” belirir içimizde, geçmişten gelen bir yüz, bir kırgınlık, bir suçluluk…
Korkarız ondan, ama o hayalet aslında bizden bir parçadır.
Affedilmek, görülmek, tamamlanmak ister…
Yazar buraya şöyle bir not düşer:
“Yabancının saldırısına uğradığımızda iki yol vardır: kaygılanmak ya da gülümsemek.”
Tasavvuf buna üçüncü bir yol ekler:
Teslim olmak.
Teslimiyet, korkunun sustuğu, güvenin konuştuğu yerdir.
İnsanın asıl gücü, kendi hayaletleriyle barışmasındadır.
Gerçek özgürlük, kendi içimizdeki gölgeleri inkâr etmekle değil,
onların elinden tutup gün ışığına çıkarmakla mümkündür.
Kendini bilen insan, başkasını da doğru görür.
Çünkü kendini tanımayan, başkasına da yamuk bakar.
İnsanın öyküsü, yine bir başka insanın öyküsünde değil midir?
Ama bu yazgı, kendinden geçerek kendine dönmeyi öğrenenler için bir ödüldür.
Kendini bulan, dünyayı da bulur…
Çünkü insan, sonunda anlar ki:
Yaşam, bize verilmiş bir hikâye değil, bizim yazmamız gereken bir hakikattir…
Yazımı yukarda da yazdığım bir noktayla tamamlamak isterim.
Oysa gönül gözü, ne teleskopla ne mikroskopla bakar...
Gönül gözü, hakikate bakmanın adabını bilir; ne abartır, ne küçültür…
Ne dersiniz?
Vesselam…