İnsanlık, kendisini hep ilerlemeye yazgılı sandı. Oysa tarihin gizli defterlerini çeviren herkes şunu bilir: İlerleme çoğu kez teknik bir yanılsamadır; ahlak ve anlam ise derinden çürüyebilir. Ve çürüme sessizdir… Derindir ve kokusu geç duyulur…

Bugün sokaklarımıza sinen yalnız bu sessiz çürümedir. Dolandırılacağımızı peşinen kabul ederek giriyoruz marketlere. Bir ürünün gerçek olup olmadığını değil, “ne kadar aldatacak” kısmını hesaplıyoruz; çünkü çürüme artık bir risk değil, varsayılan senaryodur. Bu hal, sadece ekonomiyle ilgili değildir: Karşılıklı güvenin tarihsel ölçekli çöküşüdür.

Son olarak hakemlerin BAHİS oynaması, İmamoğlu çetesinin AJANLIK dosyasına konu olması bu çürümenin her türlü boyutlarını gündemimize taşıyıverdi…

Refahın azalmasıyla birlikte insanın insanla kurduğu bağ zayıflar; şefkat, yerini ihtiyatlı uzaklığa bırakır. Güven çökerse güzellik de çöker; zira güzellik, insanda oluşan güven duygusunun açabildiği bir alandır. Güzellik bir zarafettir — korkudan korunmuş zihinlerin armağanıdır.

Bugün tarihin çıplak ortasında şu gerçeği yeniden yaşıyoruz:

Korku doğal, şefkat kültüreldir… Korku kendiliğinden doğar; insani olan ise emek ister.

Korku ışıksızdır, güzellik ışığa muhtaçtır…

Bombaların gölgesinde büyüyen bir çocuk için güzellik bir metafor değil, lükstür.

Refah sadece ekmek değildir; insan ruhunun karanlığa teslim olmaması için gerekli oksijendir…

Bu nedenle refah adalet olmadan düşünülemez; çünkü adaletsizlik korkuyu sürekli üretir…

Bugün artık uygarlık, müzelerde değil insanların birbirine hâlâ şefkat gösterip gösteremediğinde yaşıyor. Ve çürümenin geri dönüşü; teknik çözümlerle değil, içeride kalmış son güzelliği savunmakla mümkün hale geliyor…

Çünkü şairin dediği gibi “dünyayı güzellik kurtaracaksa”, o güzellik ilahi bir armağan olarak inmeyecek. Bizim küçük eylemlerimizle dirilteceğiz onu… Korkunun bizi hunileştirdiği anlarda yavaşlamayı seçmek, düşünmek ve ayağa kalkarak bir öz devinimi yapmak zorundayız…

Çürümenin tarihi zaten insanın tarihidir...

Ama güzelliğin tarihi; insanın insan kalmayı seçtiği anların tarihidir…

Ve belki de bugün sorulması gereken tek soru budur:

Karanlık büyüdükçe iç ışığını artırabilenlerden mi olacağız,

yoksa ışık söndüğünde karanlığa teslim olup orada çoğalanlardan mı?

Ne dersiniz?

Vesselam…