Sabahın erken saatlerinde Kumluca’nın sokakları hâlâ uykudayken, bir el çantasıyla yürüyen bir adam görünür. Çantanın içinde defterler, sararmış belgeler, birkaç kalem, bir de fotoğraf makinesi vardır. Her köyü, her mezrayı, her eski okul binasını bilirmiş gibi adımları kararlıdır. O, Turgut Eken’dir… Kumluca’nın çelebisi, çalışkanı, belleğin iz sürücüsü…
Onu ilk tanıyanlar, elinde hep bir tutanak, bir belge, bir hatıra olduğunu söyler. Kiminin gözünde bir “eski zaman meraklısı”, kiminin gözünde “yerel tarihçi”… Ama onu gerçekten bilenler, aslında bir gönül işçisi olduğunu söyler. Çünkü Turgut, yazarken sadece olayları değil, insanları da onarmaktadır… Düşünür… Düşündürür…
Köy kahvesine girdiğinde herkes ayağa kalkmaz ama başlar öne eğilir; çünkü o, herkesin geçmişine dokunmuştur bir şekilde. Bir okulun açılış fotoğrafını bulup getirmiştir birine, bir başkasına dedesinin öğretmenlik belgesini.
“Unutmak kolay,” der bazen, “ama hatırlamak için emek vermek gerek.”
Gazetedeki köşesinde her Cuma yazarken, kelimeleri sanki bir tarlayı işler gibi dizer. Ne süs vardır yazısında ne gösteriş. Ama her satırda bir özen, bir erdem, bir tevazu… Çünkü o bilir ki insanın büyüklüğü sesinde değil, izinde gizlidir.
Bir gün biri ona sormuş:
- Turgut Bey, bu kadar şeyi neden kayda alıyorsun?
Biraz susmuş, sonra gülümsemiş:
-Çünkü yarın biri aradığında, “bilen biri vardı” desinler…
İşte o yüzden, her yıl bir yaşını eksiltirken biz onu yeniden tanıyoruz. Bir yazısında, bir türküsünde, bir fotoğrafın kenarında…
O, sıradan görünen ama Kumluca’nın kalbinde saklı duran bir değer:
Bir Kumluca Çelebisi… Turgut Eken…
Her yıl doğum gününden bir yıl eksilten…
Vesselam...