“Yöresel” kelimesi belki de hiçbir dönemde bu kadar hoyratça kullanılmadı. Kulağa sıcak, samimi ve güven verici gelen bu söz, ne yazık ki günümüzde bir sömürü aracına dönüştü…

Son dönemde pazarlarda, festivallerde ya da yol kenarlarında “yöresel” etiketiyle satılan ürünlere baktığımızda içimizi burkan bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bozuk sucuklar, içinde ne olduğu belirsiz tereyağları, zeytinyağları, peynirler... Tümü zehir saçıyor. Üstelik hijyenle uzaktan yakından ilgisi olmayan tezgâhlarda pişirilen ve adına “kebap” denilen ürünler, bir kenti adeta zehir yemeye zorluyor.

Yakın zamanda Kumluca’da yaşanan olay bunun en somut örneği. Bir aile, “yöresel ürün” diye aldığı gıdadan zehirlendi. Eğer bu aile yaşadıklarını cesaretle kamuoyuna duyurmasaydı, o ürün hâlâ tezgâhlarda olacaktı. Ve belki de daha kaç kişi, çoluk çocuk zehirlenecekti…

Peki, soralım o hâlde:

Yöresel nitelikte satılan ürün ve hizmetler neden denetime tabi değil?

“Belediyeye gelir getiriyor” bahanesiyle bu tehlikeleri görmezden mi geleceğiz?

Kaş yapayım derken göz mü çıkartmalıyız…

Batı Antalya Gazetesi’nin olayı gündeme taşıması ve gazeteci Sinan kardeşimizin yazısıyla bu gerçeği kamuoyuna duyurması, yerel basının ne kadar hayati bir rol oynadığını bir kez daha gösterdi. Gerçek gazetecilik tam da budur: halkın sağlığını, kamu yararını savunmak!

Elbette yerel olanın, doğal olanın yanındayız. Ancak “yerel” demek, denetimsizlik demek değildir. Yerel esnafımızı sağlıklı üretim konusunda desteklemeli, hijyen ve kalite standartlarını güçlendirmeliyiz…

Unutmayalım ki;

Yöresellik, bir ürünün sadece “nerede” yapıldığıyla değil, “nasıl” yapıldığıyla anlam kazanır.

“Kar” hırsının gölgesinde yozlaşan bir “yöresellik” anlayışı, hem emeği hem sağlığı kirletir.

Kâr tutkusu, kapitalizmin en güçlü silahıdır. Ama biz, etik değerleri ve toplumsal sağlığı öne çıkararak bu silahı etkisiz hâle getirebiliriz…

Çünkü “yerel olmak” sadece bir etiket değil, bir vicdan meselesidir…

Vesselam…