Kevork’u hiç görmedim…
Yüzünü bilmem ama sesini bilirim; sakin, biraz çekingen, biraz da içli bir ses…
İstanbul’un eski taşlarına sinmiş, Şişli’nin dar sokaklarından süzülüp gelen bir ses. Telefon hatlarının öte ucunda bazen bir anıya, bazen bir suskunluğa dönüştü o ses. Yazışmalarımızda, sanki bir zamanlar aynı sokağın çocuklarıymışız gibi samimiydi…
Kevork, Edibe’nin Bavulu kitabımın sessiz kahramanlarından biridir. Bir hatırlama işçisidir o. Düşünür, hatırlar, hatırladıklarını titizlikle paylaşır. Edibe Şahin’in yaşamına ışık tutmak için elinden geleni yaptı; bazen küçük bir ayrıntı, bazen büyük bir öneriyle kitabın olgunlaşmasına emeğini kattı…
17 Ocak günü, “Dr. Edibe Şahin – Yaşam ve Sanat Belgeseli” başlıklı anma toplantısında, Kumluca’dan Ermenistan’a uzanan bir telefon hattı kuruldu. Ve işte o an, Kevork’un sesi salona yayıldı. Edibe ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yıllarını anlattı.
Koridorların soğuk taşlarında, birlikte çalıştıkları o günleri… Edibe’nin koruyucu, anaç, inatçı yanlarını…
Sesi bazen titredi, bazen sustu; sonra birden gürleşti, anıların içinden ışık gibi bir sevda yükseldi. O anlatırken, salondaki herkes sustu.
O ağladı.
Dinleyenler de…
Ama her hikâyede bir yara izi vardır.
Bir gün Edibe, Ermeni tarihinden söz etmişti ona. “Git, anlattıklarımı babana sor,” demişti.
Kevork sordu.
Ama babasının cevabı buz gibiydi: “O kızdan uzak dur.”
Ve o da uzaklaştı.
Yıllar geçti.
Sonra bir gün, aynı baba, yorgun bir sesle şöyle dedi: “O kızın anlattıkları doğruydu...”
İşte o anda Kevork’un yüreğine kaynar sular döküldü.
Pişmanlık, insanın içinde zamanla değil, yüzleşmeyle olgunlaşır.
Aradan otuz altı yıl geçti.
Bir telefon numarası geçti eline. “Arama,” dediler, “kimseyle görüşmüyor artık.”
Ama Kevork’un inadında sevda vardı. Aradı. Defalarca aradı.
Sonunda bir gün o gizemli hat açıldı…
Ve Kevork, Ermenistan’dan kalktı, Kumluca’ya geldi.
Edibe hastaydı.
Görüştüler. O görüşme, uzun bir ayrılığın kısa bir vedasıydı.
Birkaç gün sonra, 14 Ocak’ta Edibe göçtü gitti Barış’ının yanına…
Bir yıl sonra, anma gününde, Kevork’un sesi yine salonda yankılandı. Tam on sekiz dakika sürdü konuşması. Her cümlesinde bir hayat vardı, bir sızı, bir sevda. Hem kendisi ağladı, hem dinleyenler…
Sonra dostluğumuz sürdü. Yazılarıma beğeniler bıraktı, anılarını kaleme aldı. O anılarda, Edibe’ye ayırdığı iki sayfa, bütün bir ömrün vicdanı gibiydi.
Kevork, bir hastanenin sahibiydi ama aslında bir gönül işçisiydi…
Sade, gösterişsiz, zarif ve vefalı bir insan…
Bizim tabirimizle, “yalınayak ve başıkabakgiller” familyasından…
Yani kalbiyle yaşayanlardan…
Onu hiç görmedim.
Ama bazı insanlar gözle değil, kalple görülür.
Kevork da işte o insanlardandı…
Vesselam…