Bu topraklara duyduğum aidiyetin içinde, Güneşli Diyarlar Elmalı Dergisi’nin payı büyüktür. Çünkü orada tanıdım onu…
Sevgili Aylin’in bir gün “Seni biriyle tanıştırmak istiyorum,” demesiyle başladı her şey. “Bir kadın var,” demişti heyecanla, “Ziraat mühendisi, Finikeli ama sanki Elmalı’nın öz evladı. Toprağa dokunurken sanki dua ediyor gibi…”
Gittik odasına…
Odada evraklar, dosyalar, köy isimleriyle dolu klasörler vardı. Gözlerinin içiyle konuşan bir kadın oturuyordu masanın ardında.
Sanki masanın üzerinde değil, bir tarlanın ortasında, rüzgârın içinde gibiydi. Sözü toprağın diliyle, elleri suyun bereketiyle konuşuyordu. Elmalı’nın havası, suyu, toprağı; hepsi onun cümlelerinde yeniden can buluyordu. O an anlamıştım: Bu kadın yalnızca bir mühendis değil, bu coğrafyanın ruhunu dirilten bir emekçiydi…
Aradan birkaç yıl geçti. Ziraat Mühendisi Muzaffer Bey emekli olunca, Dilek Hanım’ı müdür yaptılar. Çok da iyi yaptılar.
Ama dünya o yıllarda kolay bir yer değildi. Korona günleri geldi, Ukrayna Savaşı çıktı. Ekmek elli kuruştu, on beş liraya yükseldi. Bizim dergimiz bile yılda bir kez çıkar hale geldi. Fakat Dilek Hanım?
O hep sahadaydı.
Bir gün seraların içinde, bir gün bir çobanla dağın yamacında… Kucağında bir yavru keçiyle, sırtında Elmalı’nın yüküyle görünürdü. Müdürlük odası onun için bir mola yeriydi sadece. Çünkü hayat, sahadaydı.
Şimdi İbradı İlçe Tarım ve Orman Müdürü olarak görev yapıyor.
Bakanlığın zorunlu yer değişikliği onu buraya getirdi, ama onu tanıyan herkes bilir ki Dilek Boğatimur nereye giderse gitsin, toprağın sesi de oraya taşınır…
Çünkü o, görev değil, gönül insanıdır…
Dilek Hanım’ın hikâyesi, bir başarı tablosundan çok, bir adanmışlık öyküsüdür…
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Anabilim Dalı’ndan mezun olur. Bitkilerle konuşur gibi, onların hastalıklarına çare arar; mikroskopla toprağın iç sesini duyar. Ankara üniversitesi bahçe bitkileri bölümü mezunu olurken; Yüksek lisansını Akdeniz Üniversitesi’nde tam 40 yaşında yapar…
İlk görev yeri Eskihisar’dır.
Bir masa, çökmeye meyilli bir sandalye ve arkasında dalgalanan bir bayrakla başlar.
Ama o masa, yıllar içinde onlarca köyün umutlarını taşıyan bir merkez hâline gelir.
Projeleri birer cümle gibi dizilir ardından:
Eskihisar Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin yeniden canlanması, soğuk hava deposu kurulumu… Kadın çiftçilere işletmecilik eğitimleri…
“Kontrolsüz İlaçlamaya İnat, Yaşasın Hayat!”
“Yemeğimizi Beraber Yiyelim Aşevi Projesi”
“Kuraklığa Alternatif Lenox Yetiştiriciliği”
“Kendi Yemimi Kendim Üretiyorum”
Ve daha niceleri… Ben saymaya yetişemedim…
Her biri bir köyün kaderini, bir üreticinin umudunu değiştiren hikâyelerdir bunlar.
Ama onu asıl özel kılan, kalemiyle de toprağı gibi işleyen yüreğidir…
Bir gün yazdığı şu satırları okumuştum:
“İnsan doğar, yaşar, ölür; ama ben bu ömrün asırlara taşınmasını, ardımda bir iz bırakmayı hayal ediyordum.”
İşte tam da bu cümlede gizli Dilek Boğatimur’un bütün hikâyesi.
Bir kadının, emeğini ve inancını toprağın derinliğine gömüp oradan yeşerten bir yaşamın öyküsü bu…
Bugün, Aksu’nun dağlarında bir kadın yürüyorsa, ovasında koşuyorsa ve elinde bir defter, omzunda bir çanta, gözlerinde umudun ışıltısı varsa:
Bilin ki o, toprağın kızı Dilek’tir.
Ve o yürüdükçe, bu ülkenin üretim hikâyesi de yürümeye devam eder…
Vesselam…