Bir zamanlar denizle toprağın kardeş olduğu bir yerdi Kumluca. Benim bildiğim, gördüğüm ve kokusunu içime aldığım bir yaşam merkeziydi…
Güneş, seraların üstüne değil, portakal çiçeklerine doğardı.
Dağların eteğinden süzülen rüzgâr, denize varmadan önce
çiftçinin alnındaki teri okşardı.
Şimdi o rüzgâr kirli.
Deniz suskun, toprak yorgun, insan ise sessiz…
Bir çağ değişti ve biz bu değişimi yalnızca toprakta değil, yüzlerimizde de taşıyoruz…
Kumluca artık yalnızca bir yerin değil, bir zihniyetin aynası.
Tarlalarda büyüyen domates değil, kimyasalın kokusu.
Denizin dalgası değil, plastiklerin parıltısı, teknelerin sintine kokusu…
Turizm diye parlatılan umut,
her sabah biraz daha bulanıklaşıyor denizin gözlerinde…
Kapitalizm diyorlar buna:
Her şeyi alır, satar, biçer, paketler.
Toprağı da, emeği de, insanın içini de.
Yeryüzünü bir pazar yerine çevirir,
sonra bize “özgürlük” adı altında alışveriş torbaları dağıtır.
Ve biz, o torbaların içinde kayboluruz yavaş yavaş.
Ama mesele yalnızca sömürü değil, unutuş da.
Çünkü unuttururlar:
Bir ağacın gölgesi altında dinlenmenin neye benzediğini,
bir domatesin güneşle pişmiş kokusunu,
bir çocuğun denize attığı ilk taşın çıkardığı sesi…
İdeolojilerin bittiğini, tarihin sonuna geldiğimizi söylerler.
Oysa biten, insanın hayal gücü…
Çünkü artık makineler düş kurmuyor; yalnızca hesaplıyor…
Teknokratik bir çağda yaşıyoruz;
duygular veriye, umutlar programa, insanlar sisteme dönüştürülüyor…
Solun hikâyesi de bir yara gibi açık duruyor önümüzde.
Bir zamanlar eşitlik diye yola çıkan o büyük düş,
merkezî yapılar, otoriter sesler arasında anlamını yitirdi.
Ama belki de şimdi,
tam da Kumluca’nın bu tükenen toprağında,
yeniden filizlenebilir başka bir sol:
doğayla barışık, insana dokunan, küçük ama sahici bir umut…
Çünkü özgürlük, bazen devrim değil, bir nar ağacıdır…
Susuz kalmasın diye köküne eğilen ellerdir…
Bir tarlada, bir çocuğun gözlerinde,
bir denizin yeniden mavileşmesindedir kurtuluşun ilk işareti.
Kumluca’yı kurtarmak, aslında hepimizi kurtarmaktır.
Çünkü Kumluca’nın kaybolan doğası,
insanın kendi ruhunun kayboluşudur.
Ve belki de yeniden başlamak, bir ağacın gölgesinde nefes almayı hatırlamak kadar basittir…
Vesselam…