Sırrı Süreyya Önder ile aynı çevrenin içinde okuduk…

Hepimizin de çaycı Necati’den alma diplomalarımız var…

Muhabbet kervanında da yürümüşlüğümüz bulunuyor…

Siyasalın taş duvarlarına yaslanılarak yapılan sohbetlerde; başta, Cengiz Türüdü, Müstecep, Kürt Yavuz, zaman zaman Tanıl Bora, Şener Çınar, Uğur Can Çakmur, Turgay, Kemal Tayfur bulunurdu…

Kendine has ses tonuyla da Sırrı kardeş çelebi kimliğiyle konulara kaftan giydirirdi… Siyasetin yoğun olarak konuşulduğu o dönemlerde Sırrı’nın geniş bir yaşam kültürü sayesinde hemen her şey dile gelirdi…

Sanat, kültür, edebiyat ve elbette siyaset e çok konuşulan konular olurken; sanat ile uğraşanlar küçümsenir ve ‘artist’ olarak değerlendirilirdi… Bütün kız arkadaşlarımız da ‘bacı’ mertebesindeydi…

Sırrı’nın ela aldığı konulara getirdiği akıcı üslubu ile kendine bakılır ve sözlerine dikkat kesilirdik… O zamanlardan beri bir sinemaya, yazın diline olan hâkimiyetinden dolayı da bir edebiyat insanı olacağının sinyallerini verirdi…

Araya uzun yıllar girdi… Bir gün Mişon Faruk beni aradı, “biliyor musun Sırrı milletvekili oldu…” Onun milletvekili olduğunu Faruk’tan öğrendim… Aynı çevrenin hukukçu arkadaşımız, Filiz Kerestecioğlu’da milletvekili olmuş aynı sıralarda oturmuşlardı…

Kötü haberi bizim Bünyamin Kılıçarslan’dan aldım… Aklımda şu söz yankılandı:

“O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler” Yaşar Kemal’in bu sözleri de sanki bugünler için söylenmişti… Fikirlerine katılın, ya da katılmayın, Sırrı Süreyya Önder’de o güzel insanlardan biriydi. Ve arkadaşlığın sürdürmüş ve aynı çevrelere hiç sırtını dönmemişti…

Sırrı Süreyya Önder, yalnızca siyasetin değil, sanatın da güçlü bir sesiydi. Senaryolarında, yazılarında, sohbetlerinde hep bir sıcaklık, bir içtenlik vardı. Hayata, insana, memlekete dair ne anlatırsa, kulaktan değil, kalpten söylüyordu. Kimi zaman bir filmde, kimi zaman bir sahnede, kimi zaman da bir sohbetin köşesinde, onun kendine has üslubunu birçok insanı etkilediği gibi hayli insana de seslendi ve etkiledi… Celebi ve samimi olmanın bir hasadıydı bu…

En gergin anları küçük bir vücut çalımıyla bertaraf eder ve bir tebessüm ortamı yaratırdı… Elbette bir yetenek idi…

Derinliği olan konuları konuşur ve Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalar bir ders niteliğine dönüşürdü...

Hiciv ustalığı, onun bir ön adıydı… Tanrı vergisi gibi, fıtratını okurdu… Toplumsal sorunları ele alırken kullandığı en güçlü araçlardan biri olur ve insanların vicdanına seslenirdi… Vicdan ve cüzdan arasına hiç sıkışmadı... Mülkiyetsiz bir Mülkiyeliydi… Sözlerindeki derinlik, sadece bir anı kurtarmak için hiç değildi ve geleceği şekillendirmek için söylüyordu.

Meclis kürsüsündeki sesi artık çok özlenecek… Çok az insana nasip olan bir cenaze töreniyle de başkenti göğüne gitti… Fakat bıraktığı iz herkese yol gösterirken bu topraklardan; Bir Sırrı Süreyya Önder geçti… Keskin mizahını da özleyeceğiz… Acıtmayan, İncitmeyen, üzmeyen hitabı hiç gözümüzün önünden gitmeyecek… Bilgelik makamındaki bakış acısını, derin düşüncesini ve hep kavrayıcı yanını hatırlayacağız…

Güzel gülen bir arkadaşımızdı, aynı zamanda güldüren…

Sırrı’ya şu dizilirle veda ediyorum…

Antik Mısır Mezar Taşında şunlar yazıyor:

Doğduğunda ağlıyordun,

Etrafındaki herkes gülüyordu.

Öyle güzel bir hayat yaşadın ki,

Öldüğünde herkes ağladı,

Sen de onlara huzur içinde gülümsedin.

Vesselam…