Hayat, artık bir haber bülteni gibi akıyor; her şey başlı başına bir başlık, bir manşet, bir dedikodu malzemesi…

Biz, sıradan hayatlarımızın içinde, bir sahnenin figüranları olarak dolaşıyoruz, ama aynaya bakmak yerine ekranlara bakıyoruz. Her kahkaha, her gözyaşı, her kayıp, bir magazin sayfasının tüketim nesnesi haline geliyor…

Bir aile yavaş yavaş yok olurken, biz onların yok oluşunu değil, hangi otelde tatil yaptıklarını, hangi yemeği yediklerini tartışıyoruz. Ölümün ağırlığı ise, yedikleri yemek, içtikleriyle tartışarak bir sabun köpüğü gündem yaratıyoruz… Yaşam “son dakika” haberlerinin gölgesinde kayboluyor…

Daha geçtiğimiz günlerde Kumlucalı bir ailenin başına gelmedi mi? Ya o aile duyarlı davranmasaydı; şimdi manşetlerde Kumluca olacaktı…

Yine çöplükte başlayan bir yangın anında söndürülmeseydi ve gereken önlem alınmasaydı; bir felaket ortaya çıkmaz mıydı? Eğer o yangın Metan Gazından kaynaklanıyor ise daha da beter bir sonuç ortaya çıkmaz mıydı? Neyse bizler buradan bir uyarı gönderelim…

Ve ölüm, bu kadar mı ucuz?

Bir kadın, sıradan bir kahve içimi sırasında yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide sallanıyor. Fakat bizim ilgimiz hâlâ podyumdaki elbisede, sosyal medyadaki emoji sıralarında, dedikodunun renginde…

Ölüm, magazin zehrinin karşısında görünmez oluyor, sıradanlaşıyor, hatta bazen gülünçleşiyor…

Bizler, küçük detayların peşinde koşarken, hayatın asıl ağırlığını, anlamını ve nihai sonunu gözden kaçırıyoruz. Magazinleştirilmiş bir dünyada yaşamak, sadece bir döngünün esiri olmak değil, aynı zamanda kendi hayatımızı tüketmek demek…

Sabun köpüğü gibi parlayan gündem nesneleri arasında, gerçek hayat sessizce kayboluyor…

Belki de yapmamız gereken, ekranın ötesine bakmak; kahveyi, kahveyi yapan kadını ve onun yaşam ile ölüm arasındaki hassas sınırını fark etmek. Çünkü ölüm ucuz değil, ancak biz onu ucuzlaştırdık; ve bunun bedelini, kendi hayatlarımızın anlamını yitirmekle ödüyoruz…

Ne dersiniz?

Vesselam…