Aslında çağımızın temel sorunu şudur:

İnsan kendi iç sesinin şiddetinden korkuyor.

O yüzden dış seslere sığınıyor.

Dış sesler gürültülüdür, hızlıdır, yönlendiricidir;

iç ses ise yavaştır, ısrarcıdır ve çoğu zaman rahatsız edicidir.

İç ses insana bir şey der:

“Bu doğru mu?”

Ama dış ses hemen üstüne biner:

“Boş ver doğruyu, akış böyle.” Böyle yaralanır ve vicdanımın sesine kulak vermez hale geliriz…

İşte modern sessizlik de buradan doğar:

İnsan kendi içindeki adaleti, sevdayı, merhameti susturdukça dışarıdaki gürültü artar.

Ve gürültü arttıkça içine dönecek cesareti azalır… Örnek mi? Alın size Elmalı’da yapılan sözde KENT MEYDANI… Tam 19 kez yazı yazdım kimseler ne gördü, ne duydu ne de hissetti… Ta ki, o beton yığını ortaya çıkınca ”EYVAH” dedi ama iş işten geçti…

Bu konuları “Şehirlerin Dili ya da Ulus ile Edibe” başlıklı yazımda dile getirmiştim…

Bugün bir parkta yürürken, bir kahvede otururken insan yüzlerine baktığımda bir eksiklik seziyorum:

İçsel konuşmanın yokluğu…

İnsanlar kendileriyle konuşmuyor artık…

Konuşmak yerine kaydırıyor; düşünmek yerine geçiriyor; hissetmek yerine gösteriyor…

Bir bildirim sesi, bir insanın vicdanından daha güçlü.

Bir beğeni işareti, bir kişinin bakışından daha sıcak.

Bir yorum balonu, bir dokunuştan daha tesirli.

Bu bile başlı başına kültürel bir kırılmadır…

Peki, bu sessizlikten çıkış var mı?

Belki de önce kendimize şunu sormalıyız:

“Bu sessizlik benim midir, yoksa bana mı verilmiştir?”

Senin içinde buna verilecek yanıt var mıdır?

Şayet bize verilmiş bir sessizlikse, bir tür teslimiyet içerir…

Ama gerçekten bizim sessizliğimizse, orada düşüncenin tohumu vardır.

Modern zamanlarda bu tohumu korumak bir direniş biçimidir.

Bir insanın kendi cümlesini kurması bile bir başkaldırıdır.

Kendi vicdanının sesini duyabilmesi bile devrimdir.

Kendi yalnızlığını taşıyabilmesi bile bir özgürlük deneyidir…

Belki de çözüm bu kadar basittir lakin basit olan her şey gibi zordur:

Yeniden bakmak...

Yeniden duymak…

Yeniden düşünmek…

Ne dersiniz?

Vesselam