Eskiden çocuklar rol modellerini ailelerinden, okullarından, mahallelerinden seçerdi. Bu modeller, hayatta karşılığı olan; sınır koyan, sorumluluk alan, gerektiğinde şefkat gösteren gerçek insanlardı. Bugün ise baba yorgun, öğretmen yalnız, mahalle dağılmış durumda. Yerini, hafızası olmayan AVM’ler ve kesintisiz ekran akışı aldı. Bu boşlukta çocuklar, erkekliği artık ekrandan öğreniyor…

Algoritmaların sunduğu erkeklik; gürültülü, sabırsız ve saldırgandır. Gücü merhametle değil tahakkümle ölçer. Duyguyu zayıflık, suskunluğu yenilgi sayar. Kazanmak tek amaçtır; kaybetmek ise insanlıktan düşmekle eşdeğerdir. En sert olan, en çok izlenendir. En çok izlenen ise “doğru” kabul edilir…

Bu anlatı tüketim kültürüyle beslenir. Erkeklik; satın alınan, sergilenen ve performansla kanıtlanan bir kimliğe indirgenir. Böylece şiddet, istisna olmaktan çıkar; normalleşmiş bir ifade biçimine dönüşür. Ki, bu durum da hayli tehlikelidir… Anormal olanın nornal ölçülere indirgenmesi toplumsal eşitsizliğin de temeli oluyor… Hakim sınıfların hak, hukuk ve adelet görüşü, toplumun görüşü haline gelir ki, hafızasını kaybetmiş sanal dünyanın tuzağına çekilmiş olur…

Ah o algoritmalar… Kadını da erkek formuna taşıyor… Şarkıcı Güllü olayı, Diyarbakırlı Narin’in başına gelenler… Meclisteki stajyer çocuklara yönelik olarak yapılan ‘taciz’ tümüyle bir yaşam şeklinin taşıdığı noktalar… Daha çok yeni olarak gündemimize gelen bir öğretmene yönelik olarak yapılan şiddet, Erkek lisesindeki olaylar bunlara birer örnek değil midir?

Aile, okul ve mahalle; erkekliğe sınır ve sorumluluk öğreten kurumlardı. Bu yapılar zayıfladıkça, ergenliğin taşkınlığı denetimsiz kalıyor. Algoritmik çağda sınır yoktur, sorumluluk görünmezdir; sadece izlenme ve onay vardır. Artan ergen şiddeti bu yüzden bireysel bir sapma değil, kolektif bir çöküş göstergesidir…

Psikolojik olarak bakıldığında, gençler görülüyor ama anlaşılmıyor. Beğeniyle beslenen benlik, en küçük reddedişte öfkeye savruluyor. Duygular kelimeye dökülemediğinde, beden konuşuyor. Şiddet burada bir hastalık değil; öğretilmiş bir dildir…

Toplumsal çürüme gürültüyle değil, sessizlikle ilerler. Şiddeti yalnızca sonuçlarıyla konuşup nedenlerini ertelediğimiz sürece bu sessizliğin ortağı oluruz. Algoritmaların dayattığı erkeklik, çocukların hayatına sızmış görünmez bir müfredattır ve biz onu sorgulamadan tüketiyoruz…

Bu yüzden mesele nostalji değil, bilinçtir. Erkekliği yeniden tanımlamak zorundayız: Güçle değil sorumlulukla, sesle değil sözle, galibiyetle değil adaletle. Rol model olmak, ekranda parlamak değil; hayatta tutarlı olmaktır…

Soru açıktır: Algoritmaların yazdığı bu sert ve yoksul hikâyeye razı mı olacağız, yoksa erkekliği yeniden insanî bir zeminde mi kuracağız?

Düşünmeye değer…

Vesselam…