Türkiye’nin dört bir yanında vinçler yükseliyor. Yeni siteler, yeni bloklar, yeni projeler… Rakamlar büyüyor, metrekareler artıyor, şehirler genişliyor. Ancak tam da bu noktada kendimize sormamız gereken hayati bir soru var:

Bunca binayı kimin için yapıyoruz ve içinde yaşayacak insanı ne kadar inşa edebiliyoruz?

Son yıllarda Türkiye’de kalkınma denildiğinde çoğu zaman betonla ölçülen bir başarı algısı öne çıktı. Yollar, köprüler, rezidanslar elbette önemli. Ancak insanı ihmal eden her kalkınma modeli, bir süre sonra kendi içinde çatırdamaya mahkûmdur. Çünkü sağlam olmayan insan, en sağlam binayı bile yaşanmaz hale getirir.

Bugün trafikte tahammül kalmadıysa, sokakta nezaket azaldıysa, okulda saygı zayıfladıysa, iş hayatında liyakat yerine başka ölçüler konuşuluyorsa; mesele bina eksikliği değil, insan inşasının ihmal edilmesidir. Beton yükselirken değerler eriyorsa, ortada ciddi bir planlama hatası vardır.

İnsan inşa etmek; sadece okul yapmak değildir. Eğitim sistemini, ezberden kurtarıp ahlakla, vicdanla, sorumluluk bilinciyle buluşturmaktır. İnsan inşa etmek; yalnızca sosyal yardımlarla sınırlı değildir. Üreteni korumak, emeği yüceltmek, adaleti herkes için erişilebilir kılmaktır. İnsan inşa etmek; sadece gençlere nutuk atmak değil, onlara umut verecek bir gelecek sunmaktır.

Türkiye genç bir nüfusa sahip. Bu büyük bir avantaj gibi görünse de doğru yönlendirilmediğinde ciddi bir risk haline gelir. Diplomalı ama umutsuz, yetenekli ama değersiz hisseden, kalabalıklar içinde yalnızlaşan bir gençlik; ne kadar yüksek binalarda yaşarsa yaşasın, geleceği taşıyamaz. Gençliğe yatırım, beton projelerden önce gelmelidir.

Şehirlerimizi büyütürken mahalle kültürünü kaybettik. Apartmanlar yükseldi ama komşuluk çöktü. Siteler çoğaldı ama paylaşma azaldı. Güvenlikli yaşam alanları kurduk, fakat güven duygusunu güçlendiremedik. Oysa güçlü toplumlar, yüksek binalarla değil, sağlam insan ilişkileriyle ayakta durur.

Artık yönümüzü yeniden tayin etme zamanı. Bina yapmayalım demiyoruz; ama insanı merkeze almayan hiçbir yapının kalıcı olmayacağını hatırlatıyoruz. Eğitime, kültüre, sanata, ahlaka, adalete ve toplumsal vicdana yatırım yapmadan atılan her temel eksik kalır.

Türkiye’nin gerçek ihtiyacı yeni betonlar değil; düşünen, üreten, hakkaniyetli, merhametli ve sorumluluk sahibi insanlar. Çünkü insan inşa edilmeden, hiçbir şehir tamamlanmış sayılmaz.