Gazze’de bugün, sabah gri bir renkle uyandı…

Ama o griliğin içinden bir ses yükseldi; çıplak, yorgun, inatçı bir insan sesi:

“Barış geldi!”

Ne bir siren sesi,

ne de bir bildirinin soğuk kelimeleri...

Bir gazetecinin, kanla ıslanmış sokaklarda yankılanan sesi…

Megafonsuz, mikrofonuz...

Sadece insan sesiyle:

“Barış geldi!”

O sesi duyanlar, önce durdu.

Kimi ağladı, kimi inanamadı.

Kimi, yıllardır ilk defa başını göğe kaldırdı.

Gazze’nin çocukları ise, o sesi oyun sanıp sokağa fırladı.

Yıkıntılar arasında taşlardan kule yaptılar.

Birine “barış evi”, diğerine “savaş” dediler.

Barış evi her defasında yıkıldı.

Ama her defasında yeniden yaptılar.

Çünkü çocuklar, en büyük onarıcılardır.

O gazetecinin adı herkesin dilindeydi.

Yıllardır aynı sesiyle anlatmıştı:

bombaları, yaraları, sessiz kalan dünyayı...

Bir gece sesi kesildi.

Kamerası kırık, not defteri kan içinde bulundu…

Ama o gün duyulan o “barış” sesi,

sanki ondan kalmış bir yankıydı.

Bir ruhun, direnmeyi sürdüren yankısıydı…

Annesi, o sesi duyunca ellerini yüzüne kapattı.

“Yine mi yalan?” diye fısıldadı.

Ama ağlamadı bu kez.

Çünkü bazen umut, korkudan bile inatçıdır…

Çocuklardan biri taşı gökyüzüne fırlattı,

“Duy bizi!” diye bağırdı.

Belki o taş bir yıldızın yolunu kesti,

belki bir sesin yankısını taşıdı göğe.

Akşam olduğunda, Gazze’de gökyüzü biraz maviye döndü.

Bir yıldız parladı…

Annesi fısıldadı:

“Bak oğlum, bazı sesler öldürülemez.”

Gazeteci artık yoktu,

ama sesi hâlâ sokaklarda yankılanıyordu:

“Barış geldi çocuklar...

Bu kez gerçekten geldi.”

Gazze’de, 2025 yılının Ekim ayında,

bir halk sevinmeye çalışıyor.

Canını kurtarmanın telaşında bir bayram yapıyor.

Kimisi barış geldi diye seviniyor,

kimisi öldüremedim diye yas tutuyor.

Ama o sokaklarda hâlâ çocuk sesleri,

ölü gazetecilerin yankılarıyla karışıyor.

Barış, belki de orada bir sesle başlar.

Bir sesle sürer…

Ve bazen, en son susturulan o sesle yaşar…

Vesselam…

GAZZE’DE BARIŞ

Gazze’de bugün, sabah gri bir renkle uyandı…

Ama o griliğin içinden bir ses yükseldi; çıplak, yorgun, inatçı bir insan sesi:

“Barış geldi!”

Ne bir siren sesi,

ne de bir bildirinin soğuk kelimeleri...

Bir gazetecinin, kanla ıslanmış sokaklarda yankılanan sesi…

Megafonsuz, mikrofonuz...

Sadece insan sesiyle:

“Barış geldi!”

O sesi duyanlar, önce durdu.

Kimi ağladı, kimi inanamadı.

Kimi, yıllardır ilk defa başını göğe kaldırdı.

Gazze’nin çocukları ise, o sesi oyun sanıp sokağa fırladı.

Yıkıntılar arasında taşlardan kule yaptılar.

Birine “barış evi”, diğerine “savaş” dediler.

Barış evi her defasında yıkıldı.

Ama her defasında yeniden yaptılar.

Çünkü çocuklar, en büyük onarıcılardır.

O gazetecinin adı herkesin dilindeydi.

Yıllardır aynı sesiyle anlatmıştı:

bombaları, yaraları, sessiz kalan dünyayı...

Bir gece sesi kesildi.

Kamerası kırık, not defteri kan içinde bulundu…

Ama o gün duyulan o “barış” sesi,

sanki ondan kalmış bir yankıydı.

Bir ruhun, direnmeyi sürdüren yankısıydı…

Annesi, o sesi duyunca ellerini yüzüne kapattı.

“Yine mi yalan?” diye fısıldadı.

Ama ağlamadı bu kez.

Çünkü bazen umut, korkudan bile inatçıdır…

Çocuklardan biri taşı gökyüzüne fırlattı,

“Duy bizi!” diye bağırdı.

Belki o taş bir yıldızın yolunu kesti,

belki bir sesin yankısını taşıdı göğe.

Akşam olduğunda, Gazze’de gökyüzü biraz maviye döndü.

Bir yıldız parladı…

Annesi fısıldadı:

“Bak oğlum, bazı sesler öldürülemez.”

Gazeteci artık yoktu,

ama sesi hâlâ sokaklarda yankılanıyordu:

“Barış geldi çocuklar...

Bu kez gerçekten geldi.”

Gazze’de, 2025 yılının Ekim ayında,

bir halk sevinmeye çalışıyor.

Canını kurtarmanın telaşında bir bayram yapıyor.

Kimisi barış geldi diye seviniyor,

kimisi öldüremedim diye yas tutuyor.

Ama o sokaklarda hâlâ çocuk sesleri,

ölü gazetecilerin yankılarıyla karışıyor.

Barış, belki de orada bir sesle başlar.

Bir sesle sürer…

Ve bazen, en son susturulan o sesle yaşar…

Vesselam…