Antalya Aksu’dan 68 yaşında bir adam, Ramazan Yaman... Doğuştan görme engelli. Ankara’yı, Adana’yı, İstanbul’u, Konya’yı, Bursa’yı gezmiş. Ben sordum:
“Aşık, sen görmüyorsun… Neden bu kadar çok şehir geziyorsun?”
Yanıtı kısa ve derindi:
“Ben görmüyorum ama hissediyorum. Gittiğim şehirleri kokusuyla tanıyorum.”
O da benim gibi Antalya Şehir Hastanesi’nde tedavi görüyordu. Gastroenteroloji bölümünde. Stentleri alınacaktı. Servisin 30 numaralı odasına sabaha karşı kardeşiyle getirdiler. Ama kardeşi sarhoştu; küfürlerin biri bitiyor biri başlıyordu. Sabahında ise çekip gitmişti, Ramazan’ı yalnız bırakmıştı.
Onu ilk gördüğümde “Aynı Âşık Veysel” dedim. Meğer Aksu’da da öyle derlermiş. O günden sonra ben ona hep “Âşık” dedim. Tuvaletine götürdüm, yemeğini yedirdim. Elimden geldiğince destek oldum. Çok güldük…
Bazen “elektrikleri açayım mı?” diye soruyordum, kahkaha atıyordu. “Sen hangi programları izlersin?” dediğimde ise gülmekten kendini alamıyordu. Daha önce hiç bu kadar uzun zaman bir görme engelliyle zaman geçirmemiştim. Benim için unutulmaz öyküler birikti…
Doktorlar beni genel cerrahiye almak istediler ama ben:
“Âşık’a destek oluyorum, gitmem” dedim. Çünkü arada bir küfür etse, bir şeye takılıp defalarca tekrar etse de onun yalnız kalmasını istemedim. Taburcu olduğunda sordum:
“Nasıl gideceksin Aşık?”
“Beni buradan çıkarın, gerisini ben hallederim” dedi. Doktor Metin Bey de hassasiyet gösterdi, bir görevliyle durağa kadar bıraktırdı. Sonradan aradığımda köyüne ulaştığını öğrendim. Elbette davet etti köyüne…
Benim hikâyem ise biraz daha farklıydı…
Stend aldırmak için gittiğim hastaneden bir stend daha takıldığını öğrendim… Nereden bakarsanız bakın 25 mm’lik bir taş daha oluşmuş… Kendi kendime “iyi valla Gazze için bir taş büyütüyorum…” diyordum…
Bir yanı karaciğer, bir yanı pankreas, tam ortası safra kanalında trafiği tıkamış… Hayatımda aspirin bile kullanmamış biriyim. Ama burada serumdan antibiyotiğe, ağrı kesiciden taş düşürücü ilaçlara kadar her şeyi alır oldum…
Bu süreçte en çok aklımda kalan şeylerden biri, sağlık çalışanlarının yüzündeki sabır ve tebessüm oldu… Beyza, Büşra, Hatice, İslam, Kadir… Ve yemeklerimizi dağıtan o güler yüzlü kadınlar… Yemekten öte şifa dağıtıyorlardı…
Bir de insanın insana değmesinin güzelliğini anladım…
Hastaneden çıkarken beni Adrasan’a kadar götüren dostumun sorumluluk bilinci, Ramazan’a gösterdiğim küçük destek, sağlıkçıların emeği…
Hepsi bana aynı şeyi söyledi:
İnsan, insana dokunuca insan kalıyor…
Bir ay sonra yine kontrole çağırdılar. Yani üçüncü bir yazı daha gelecek. Dışarıda kavurucu bir sıcak, sarı bir sıcak…
İnsanın üstüne üstüne geliyor. Ama içimde, Ramazan’ın kahkahası gibi serinleten öyküler var…
Vesselam…