Anı dediğimiz şey, yalnızca geçmişin sessiz bir yankısı değildir. O, “Ben” diyebilmemizin tarihsel eklem noktasıdır. Her anı, aslında şimdinin içinden geçerek geleceğe uzanır, oradan da geri dönüşlü bir biçimde kendimizi kurduğumuz zemine yansır…
Hatırlamak, depolanmış bir görüntüyü açığa çıkarmak değil; her defasında yeniden kurmaktır. Bu nedenle bir anı, sabit değil, hareketlidir; zamanın mimarisi içinde sürekli yeniden örülür…
Fakat anıların kişisel çerçeveyi aşan bir yanı vardır: Onlar yalnızca bireyin hafızasında değil, ortak yaşamın dokusunda da kök salar. Birlikte hatırlamak, Ben’i Biz’e, Biz’i Ben’e dönüştürür. İnsan, kendi tarihçiliğini bu ortak tortular havuzunda yıkanarak kurar…
Ortak yaşam kulvarımız, Kumluca’da ne kadar bunu yaşayıp deneyimleşerek yazabiliyor ya da paylaşabiliyoruz…
Çok değil şunun şurasında bir on yıl var. Sonrasında yepyeni bir kuşak gelip oturacak bu anıların ocağına… Ne kadar değer atfedilir bilinmez…
Burada karşımıza ruhun karanlık kapısı çıkar mı?
Toplumsal cinnet içinde olma halini düşünürsek; Filistin- Gazze olayını nasıl yorumlayacağız… Tam anlamıyla bir CİNNET hali…
Cinnetten ise Cennet çıkmaz…
Her Allahın günü peşin fiyatına taksitle CİNNET satın alıyoruz… cinnet halimiz bizim adeta bir konfor alanımız oluyor…
Konuşamadığımız her bir konu cinnetin konusu oluyor…
Oysa cinnetten cennet inşa edilemez…
Çıksa, çıksa ham enerjisiyle dünyayı tarumar etme arzusu çıkar. Çünkü insanı insan yapan ayarlara dokunmak, onları rastgele bozmak, bir gün geri dönecek yıkıcı bir sese davetiye çıkarmaktır…
O davetiye de günübirlik elimizde, tam karşımızda ve de nefesimizin ulaşabildiği her yerde… Şişirilen korkaklık kendini şişirilen EGO ile gidermeye çalışır…
Evet, bazen ego zehirlenir. “Sen bilmezsin, o hiç bilmez, ama ben bilirim” biçiminde konuşan, kibirle karışık bir korkunun sesi haline gelir. Bu, empati yoksunluğunun en çıplak hâlidir.
Anılar… Ve anılar…
Bizi geçmişin ve geleceğin iplikleriyle dokur ve bir gerçekliğe bağlar… İnsan olmanın kırılganlığı anıların içindeki yekpare masumiyetten geçer…
Bu da böyle bir yazı oldu işte… Anılar… Duygular… Özlemler…
Vesselam…