Son günlerde gündeme gelen yasa değişikliği ile zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine kiralanabilmesinin önü açılıyor. Kağıt üzerinde “ekonomik kalkınma” ya da “enerji ihtiyacını karşılamak” gibi gerekçelerle sunulan bu düzenleme, gerçekte çok daha derin bir tartışmayı beraberinde getiriyor:
Biz, bugün yaşayan insanlar, bu toprakların ve kaynakların mutlak sahipleri miyiz? Yoksa yalnızca geçici misafirleri mi?
Bu fakir yazılarımı yazarken önce olup bitene bakarım, izlerim, “bir taraftar” gözüyle bakmam, adına sosyal medya denilen çöplükteki lehte ya da aleyhte yazsılara hiç dikkat kesilmem… Yaşanan sorunun, ele alınmayan yanlarına dikkat çekmeyi benimserim…
Bu yasanın ETİK yanı nerede?
Bizler hangi hakla gelecek kuşakların haklarını gasp ediyoruz?
Buna hakkımız ya da hukukumuz var mı?
Zeytin ağacı binlerce yılın tanığıdır. Bir köyün ortasında, bir yamaçta ya da bir vadi boyunca uzanan zeytinlikler; yalnızca yağ üreten tarım alanları değil, aynı zamanda kültürel mirasın, biyoçeşitliliğin ve ekosistemin can damarlarıdır. Onları yok etmek, yalnızca birkaç ağacı kesmek değil; hafızayı, toprağın tutarlılığını ve yaşamın sürekliliğini ortadan kaldırmaktır.
Madencilik, doğası gereği dönüşü olmayan tahribatlar yaratır. Toprak kazılır, ekosistem bozulur, su kaynakları kirlenir. Maden çıkarıldıktan sonra geriye kalan ise verimsiz, çorak bir arazi ve kaybolan yaşamdır. Bugün “ekonomik kazanç” uğruna atılan bu adımlar, gelecekteki nesillerin yaşam alanlarını ipotek altına almak anlamına gelmez mi?
Burada asıl soru şudur: İnsanlık, sahip olduğu her kaynağı tüketmek zorunda mı? Bu gezegenin sunduğu her nimeti sonuna kadar kullanmak bizim hakkımız mı? Yoksa aklımıza şu soru mu gelmeli: “Gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz ne kaldı?” Eğer doğa, kültür ve yaşam kaynaklarımızı böylesine hoyratça tüketirsek, geriye bırakacağımız tek şey sessizlik ve boşluk olmayacak mı?
Zeytinliklerin maden uğruna feda edilmesi, yalnızca çevreye değil, etik değerlere de aykırıdır. Bir ağacı dikmek onlarca yıl ister, ama kesmek birkaç dakika… İnsan, ancak sahip olduğu gücü sorumlulukla kullandığında gerçekten “insan” olur. Bizim sorumluluğumuz, yalnızca kendi yaşamımızı kolaylaştırmak değil; gelecek nesillerin de yaşam hakkını korumaktır.
Eğer bugün durup düşünmezsek, yarın zeytin dallarını gölgemiz altında sallayan rüzgâr yerine, boş tarlalarda esen uğultuyu dinlemek zorunda kalacağız. Ve o zaman soracağımız soru şu olacak:
Bütün bunlara değer miydi?
Öte yandan bendeniz Güneşin çocuklarını yazarken ki, yazılacak olanlardan biri de ZEYTİN idi… İncir ve üzüme yer vermişken… O yazının girişi şöyle başlıyordu:
Güneşin ilk ışıkları, yamaçtaki zeytin dallarına dokunur. Yapraklar gümüşi bir parıltıyla titrer, toprak o tanıdık, kadim kokusunu salar. Bu manzara, yalnızca bugüne ait değildir; yüzlerce, binlerce yılın sessiz tanığıdır. Zeytin ağacı, insanoğlunun elinden önce de buradaydı; bizden sonra da kalması gereken bir dosttur…
Zeytin ağacı, yalnızca bir tarım ürünü değildir; bir kültürdür, bir tarih kitabıdır, bir yaşam biçimidir. Kökleri toprağa, gövdesi rüzgâra, dalları insana sabır öğretir. Bir zeytinlik onlarca yılın emeğiyle oluşur; yok edilmesi ise AN meselesidir…
Vesselam…