Kadim kültürün bir sözü vardır: “Şeref’ül mekân bi’lmekin”.
Mekânın şerefi orada bulunanladır; insanın şerefi de bulunduğu mekânladır.
İnsanın şerefi mekânla, mekânın şerefi insanladır…
Bu, zahirde bir cümle gibi görünür, ama hakikatte tasavvufun en derin sırlarından biridir. Çünkü ev de, şehir de, ova da, dağ da aslında bir aynadır. Orada duran insan, oraya kendi suretini nakşeder.
O hâlde sormalı:
Kumluca ovasında insanın şerefi nerede durur?
Ve yine: Kumluca ovasında mekânın şerefi nasıl durur?
Bir şehre bakınca sadece taş, toprak, bina mı görürüz? Yoksa insanların kalbinde ne varsa, mimariye, sokağa, pazara, davranışa sinmiş olanı mı?
“Şehrin dokusu yüzlerdeki çizgilere benzer.” der Sadettin Ökten.
Yüzümüzdeki çizgiler ömrümüzün aynasıysa, şehrin dokusu da gönlümüzün aynasıdır…
Bugün Kumluca’ya bakınca hangi yüzü görüyoruz?
İnşa edilen betonlar mı, yoksa yıkılan omurgamız mı?
Tasavvuf bize der ki: “Edep, ya hu edep.”
Edep, insanın iç mimarisidir. Bir gönül binasını edeple inşa edemeyen, dış mimarisini de hırsla, hoyratlıkla yapar.
Sonra bakarız: Dağlarımız nefes alamaz, ovalarımız daralır, şehirlerimiz can çekişir. Çünkü insanda edep kayboldu mu, taş da, toprak da utanır…
Turgut Cansever’in sözleri burada kulağımıza gelir:
“Omurgayı bozmadan inşa.”
Ama bizde ne omurga kaldı, ne de omurgayı taşıyacak hayâ…
Oysa omurga, sadece taşın, toprağın değil, ruhun istikametidir…
Bir şehirde türkülerin, ilahilerin, duaların yankısı kesilmişse; yerini AVM’lerin, rezidansların, betonun soğuk sesi almışsa, orada sadece mimari değil, ruh da çöker.
Düşünün: İçinde “site” geçen kaç türkü işittiniz?
İnsanın kalbine dokunan hangi şarkı, apartmanların gölgesinde söylenebilir?
Şehir, insanın nefsiyle kurduğu ilişkinin aynasıdır.
Nefsini terbiye edemeyen, şehrini de terbiye edemez.
Oysa tasavvufun çağrısı şudur: “Evini yapmadan önce gönlünü yap.”
Gönlü yapılan insanın evi, şehri, ovayı da ihya eder.
Kumluca’nın toprağı, suyu, havası bize şunu fısıldar:
“Beni hoyratça kullanma. Ben sana emanetim. Benim şerefim senin şerefinledir.”
Ama biz ne yaptık?
Kar hırsına kapıldık, emaneti unuttuk…
Oysa Allah bize insanı “ahsen-i takvim” üzere yarattı. Yani en güzel kıvamda şehri güzelleştirmek de, çirkinleştirmek de bu güzelliği koruyup korumamakla ilgilidir.
Sabite Tur Gülerman’ın sesinden dinlediğimiz o eski nağmelerde bir içlilik, bir nezaket vardı. O ses, bir şehrin inceliğini taşırdı. Bugünse gönlümüz zonkluyor, çünkü şehir zonkluyor. Zonklayan şehir, zonklayan baş ve ruh demektir.
O hâlde sormalı:
Biz evin ailesi miyiz, yoksa ailenin evi mi?
Cevap belki şudur:
İnsan gönlünü ev edinmedikçe, ev insanı aile edinmez…
Tasavvufun diliyle: Ev, gönüldür; şehir, gönüllerin birleşimidir.
Gönüller dağınıksa şehir çöker; gönüller birse şehir ihya olur…
Bir de Gazze’nin evsiz kalan çocuklarını düşünelim…
Taşların altında sadece bedenler değil, evin manası da gömülüyor.
Çocuk evini kaybedince aslında sadece duvarlarını değil, sığınacağı aile sıcaklığını, güven hissini, köklerini kaybediyor.
Ailesiz ev, ev değildir; evsiz aile de aile değildir.
Bu yüzden Gazze’nin çığlığı aslında insanlığın ortak çığlığıdır:
“Evimizi geri verin, ailemizi geri verin.”
Tasavvuf bize öğretir ki: İnsan evini kaybetse de gönlünde Allah’ın evi vardır. Kalp, Hak Teâlâ’nın evi (Beytullah) diye anılır. Ama insan, gönlünde bu evi diri tutarken, dünyada da bir yuva ister. Çünkü aile, Allah’ın “rahmet” sıfatının tecellisidir; ev ise o rahmetin somut mekânıdır.
Gazze’de yıkılan evler, aslında insanlığın kalbinde açılan yaralardır.
Her yıkılan ev, bize şunu sorar:
“Siz kendi evinizin ve ailenizin şerefini koruyabildiniz mi ki, bizim evimizi ve ailemizi unuttunuz?”
O yüzden Kumluca’da, İstanbul’da, Gazze’de ya da dünyanın neresinde olursa olsun, evin ve ailenin manası birdir…
Evi inşa etmek, gönlü inşa etmektir.
Gönlü ihya etmek, insanlığı ihya etmektir.
Bir de Gazze’nin evsiz kalan çocuklarını düşünelim…
Taşların altında sadece bedenler değil, evin manası da gömülüyor.
Çocuk evini kaybedince aslında sadece duvarlarını değil, sığınacağı aile sıcaklığını, güven hissini, köklerini kaybediyor.
Ailesiz ev, ev değildir; evsiz aile de aile değildir.
Bu yüzden Gazze’nin çığlığı aslında insanlığın ortak çığlığıdır:
“Evimizi geri verin, ailemizi geri verin.”
Tasavvuf bize öğretir ki: İnsan evini kaybetse de gönlünde Allah’ın evi vardır. Kalp, Hak Teâlâ’nın evi (Beytullah) diye anılır. Ama insan, gönlünde bu evi diri tutarken, dünyada da bir yuva ister. Çünkü aile, Allah’ın “rahmet” sıfatının tecellisidir; ev ise o rahmetin somut mekânıdır.
Gazze’de yıkılan evler, aslında insanlığın kalbinde açılan yaralardır.
Her yıkılan ev, bize şunu sorar:
“Siz kendi evinizin ve ailenizin şerefini koruyabildiniz mi ki, bizim evimizi ve ailemizi unuttunuz?”
O yüzden Kumluca’da, İstanbul’da, Gazze’de ya da dünyanın neresinde olursa olsun, evin ve ailenin manası birdir.
Evi inşa etmek, gönlü inşa etmektir.
Gönlü ihya etmek, insanlığı ihya etmektir…
Vesselam…
Ahmet İLHAN