Bir insan pusuya yatıp yalanlarla ördüğü hayatı bir marifet sanıyorsa… Eğer kibir, kapris ve kompleks de bu tuzağın dekoruysa, artık mesele bireysel olmaktan çıkmış, toplumsal bir yıkıma dönüşmüştür. Sansarlaşmış insan ve sinsileşmiş toplum denklemi karşımıza adeta bir çürüme haritası olarak çıkar…
Sansar, içgüdüsüyle kemirir. İnsan ise bunu bir sisteme dönüştürür. Sansarın kendisi için yaptığı hileyi, insan başkalarının yaşam alanlarına kurduğu tuzağa çevirir. Ve bu çürüme, sadece sözlerle değil; şehir planlarıyla, beton mikserleriyle vücut bulur…
Sen nelere kadirsin ey “çimento”… Bütün pisliklerin kaynağı… Ve o pislikleri yıkayan garip yaratıklar…
İşte Kumluca… Türkiye'nin tarım ambarlarından biri. Domatesiyle, patlıcanıyla, biberiyle anılırdı. Toprakla dost, güneşle kardeş bir ovaydı. Şimdi ise kızıl domateslerin, mor patlıcanların yerine beton anıtlar dikilmiş; sanki geçmişin bereketini taşa mühürlemek ister gibi…
Bir şehir, yemesi gereken meyveyi yonttuğunda artık gıdasını değil, simgesini tüketiyordur. Domates heykeli, artık sadece bir ürünün değil; kaybolan doğanın ağıtıdır. Betonlaştırılan tarla, geleceğin değil, yanlış adımların hatıratıdır.
Bu heykellerin dibinde yükselen lüks siteler, çok katlı ruhsuz betonlar, öyle ki “tarım kenti” diye bilinen bu topraklarda nefes almak bile beton tozunu ciğerine çekmekle eşdeğer hale gelmiştir. Soluduğumuz hava içine karışan kirli piyasa kokusu, sadece doğayı değil; insanın hikâyesini de kirletmiştir…
Rant ilişkisi işte böyle bir şeydir: Domatesi sofradan alır, onu betonlaştırır, kültürü simgeleştirir, doğayı unutturur. İnsan sinsi oldukça, sansara bile haksızlık eder…
Ve felaket sadece çevresel değildir. Rantla kirlenen bir çevre, kısa sürede insan karakterini de kemiren bir organizmaya dönüşür. Ne toprağın bereketi kalır, ne insanın vicdanı. Artık tohum değil, ruh ekmek gerekir…
Kimin ruhunda bir avuç toprak kaldı?
Sansar hayatta kalmak ister; sinsi kendinden başka kimseyi yaşatmak istemez. Doğa ise bu savaşın en sessiz kurbanıdır. O susar, biz konuşur gibi yaparız. O direnir, biz betonla siper alırız.
Ve bir gün, Kumluca’da domates heykelleri göğe yükselirken biz sadece şunu düşünürüz: Bu heykeller neden yapıldı? Kimi anıyoruz? Toprağı mı, yoksa toprağı terk edip betona sığınan zihniyeti mi?
İşte soru budur: Biz betondan heykeller yapmayı bırakıp tekrar toprağa sahip çıktığımızda belki de gerçek anlamda insan oluruz. Çünkü bereket heykellerle yaşatılmaz; toprakla, emekle, vicdanla yaşar…
Sansarlığa soyunmuş Sinsi yaratıklara da bir gönderme olsun bu yazı…
Atanmış, seçilmiş, sabun köpüğünü gündem yapanlara duyurulur…
Vesselam…