Bayramın ilk günü karnıma çöreklenen ağrılar beni Acil ile buluşturdu…

İlaçlara ve hastanelere bu kadar yabancı olan biri olarak, bu gerçeklerle buluştum…

Mide ağrısı için gittiğim hastanenin genç kadın doktoru beni hayatta tuttu…

Tam bir Acil Doktoru ile karşılaştım… Doğanın ve tesadüflerin diyalektiği olsa gerek…

“Hiçbir yere uğramayın ve hemen, ya Antalya Araştırma Hastanesine ya da Antalya Şehir Hastanesine sevkinizi yapıyorum…” dedi…

Sanay kardeşimle çıktık Antalya yoluna…

“Hiçbir şey de yemeyin…” uyarısı yapıldı…

“Haa ağrı kesici yaptık, şimdi ağrı hissetmiyorsunuz ama etkisi gidince o ağrılarınız başlayacak…” tiradını da attı…”Asla vakit de harcamayın eklemesini de…” yaptı…

Antalya’ya giderken Kemer’de ağrılar başladı. Sanay iki de bir soruyor: “Abi nasılsın”…

“İyiyim” diyorum ama dişlerimi de sıkmıyor değilim…

“Ben acıların çocuğuyum bu akraba ağrılara alışığım…” diyorum, ben onu sakinleştirmeye çalışıyorum…

Antalya Şehir Hastanesi’ görüldü artık…

Kayıt yaptırdık… Sanki görülmez bir el işimizi kolaylaştırıyor ve hiçbir yerde vakit harcamıyoruz…

Doğanın ve tesadüflerin diyalektiği olsa gerek…

Karşımıza çıkan her genç doktorun sonsuz iletişimi ve sorun çözücü olma gayreti, yüreğime su serpiyordu…

Ve Gastroentoloji Dispanserine geldik…

Burada da işimiz çok hızlı bir şekilde aktı… Hatta “Hoş geldiniz, geçmiş olsun,” diyen genç doktorlar da oldu…

Sonrasında yatırıldım Gastroentoloji bölümünün yataklı bölümüne…

Günlerden Cuma… Ağrılarım azaldı… Hastanenin bu iletişim ağından da hayli mutluyum. Acılarımı bir yana bırakıp, burularda neler oluyor diye bakış atıyorum hemen her yere… Bir film stüdyosu gibi geldi bana… Hastaları ve yakınlarını gördükçe bir başka büyüleniyordum… Büyüleniyordum çünkü inanılmaz bir iletişim ağı vardı… Elle tutuluyor, gözle görülüyor, kulakla da duyuluyordu… Aldığım serumların, ağrı kesicilerin ve antibiyotiklerin artık sayısını karıştırıyordum… Neredeyse her saat başı tansiyona bakılıyor, kan veriyordum ve ateşim ölçülüyordu…

Günlerden Cumartesi…

Sabah devriyesi… Sabahın beşi gibi… Genç bir doktor daha… Gülümsemesiyle insana güven veren yapısı ve davudi ses tonuyla “Sizi ameliyata almak zorundayız…” dedi… Bir yığın teknik anlatılara rağmen Ayı modundan çıkıp birden; “neler oluyor” diye bakındım… Kanınızın, Sarı sıcakla başı belada demeye yakın şeyler söyledi…

Ameliyathaneye getirildim… Uzay üssü gibi bir operasyon odası… Hemşirelerden birisi sürekli “amca” diyor… Amca derken bir iki defa daha yankılanıyor… Hayatımda yeğenlerimden bu kadar ‘amca’ duymadım… Artık ben de işi eğlenceye getiriyor ve benden istediği her şey için, şartım var bana tekrar ‘amca’ de diyordum…

O uzun masaya yatırıldım. Yüzükoyun bir şekilde… Üşüyor musun, diye sordular ben de bir şey hissetmediğimi belirtiyordum… Operasyon ekibi de giyindi… Sanki ameliyat için değil de uzaya gitmek için hazırlanmış gibiydiler… Ameliyatımı gerçekleştiren kadın doktorun güven veren sözleri ve ikna edici yanı beni daha da güven sarmalına aldı… “An itibariyle refakatçim yok” dedim… “Bana çok mu gerekli refakatçi” dedim… Bir ara “ertelesek mi acaba operasyonu” dediğin yankılandı usumda… Kulağıma da bir isim üflenmişti… O ıslık sesi o kadının sesiydi… “Ben size güvendim, eğer siz bu ameliyatı yapmazsanız sizi korkak ilan ederim” dedim… İyi ki de demişim… Sağ olsun… Galiba Emalılıymış…

Sonrasında ise kendimi yatakhanede buldum… Burada da O görünmez elin hikmetine inandım bir kez daha…

Ateşim var, sürekli olarak sıcak basıyor, tansiyonum dengesiz olarak pıt pıt atıyor… Lakin karnımın sağ yanına yerleşen o safra taşlarının tıkadığı trafik açılmış ve yavaş yavaş o tanıdık, biraz da ezberlenmiş ağrılardan kurtuluyordum…

Edibe’nin Bavulu kitabından getirdi Sanay kardeşim… Yüzü gülen her hemşireye ve doktorlara kitap hediye ettim…

O kitap da zaten hastane koridorlarında yazılmamış mıydı?

Benim safra taşlarıyla olan girdaplı ilişkimi anlatmaya çalıştım…

Lakin bu toplum o kadar çok safra üretiyor ki, ne iyiyi ne de kötüyü ayırt edebiliyoruz…

İnsana hoşluk vermeye hemen her ilişkinin bir Safra sorunu var…

Sevgili Duygu kızım da:

“Safra Gitti, Kese Bitti, Taş Yitti, Çalışmak Yerinde Duruyor… Her Nerede Olursa Olsun, İlham yerinde Dursun…” diye paylaştı…

Safraların serencamı işte… Emre ile başladı tedavi süreci, Sanay kardeşime emanet edildim… Apar topar Antalya Şehir Hastanesine ulaştırılmam… Refakatçi dayanışmaları… Sanay’ın dost yüzü… Duygu’nun duygusal hastayı ‘hasta’ noktasında tutması… Duygu’nun annesi ile gelerk bir sürpriz yapması… Elbette yine vardı Refakatçi iletişimi… Küçük bir odada kurulan dünyaların büyüteçle bile görülmeyen incelikleri…

Ve Safra ve Asla Unutmayacağım O Şehir Hastanesi…

Başımın ucundan seslenen, her hemşirenin, her doktorun, her çalışanın ve öğle yemeği dağıtan o kadının neşesi ve güler yüzünü hiç unutmayacağım…

Yaşama tutunmakta onların bir hikmetinin olduğu düşünüyorum…

Haklarını helal etsinler…

Ben onları çok sevdim…

Vesselam…