Doktor dedi ki:

“Safra taşınız var.”

Ben de dedim ki:

“Oh, yaşasın! Bedava dayanışma taşı üretmeye başlamışım.”

Safra dediğin sıvı, ince bağırsakta yağları eritecek. Yani hayati bir kimyager. Ama işte işler tıkandığında çamurlaşıyor, çamur da gün geliyor “ben buradayım!” deyip taşlaşıyor. İçimizdeki öfke gibi…

Söyleyemediğimiz sözler, yutkunup bir kenara attığımız serzenişler…

Bir bakıyoruz ki ruhumuzun safra kesesinde tortulaşmış…

Düşünsenize, vücudumuz taş fabrikası gibi çalışıyor. Normalde doğa ananın görevi olan bu işi artık karaciğer-safra-pankreas üçlüsü üstlenmiş; ama ben bu taşları çöpe atmayacağım. Hayır! Bu taşları Gazze’de çocukların üzerine bombalar yağdıran faşistlerin kafasına fırlatmak için saklıyorum. Çünkü bazen insanın kendi bedeninde ürettiği en küçük taş, zalimin gözünde koca bir kayaya dönüşebilir…

Safra taşı, normalde öfkenin, birikmiş sözlerin ürünü derler. E öyleyse, benim içimdeki her taş, bir susturulmuş çığlığın nişanesi. Ve ben o çığlıkları dönüştürüp Filistin’in yanında saf tutacağım. Belki doktor bana “ameliyatla alalım” diyecek ama ben diyeceğim ki: “Hocam, bırakın dursun. Belki tarihsel görevleri vardır bu taşların.”

Nasıl ki doğa enginarı, devedikenini, karahindibayı “akıtsın, tıkanma” diye yaratmış; biz de bu taşları “akıtsın, tıkanan vicdanları kırsın” diye kullanabiliriz. Çünkü mesele sadece sindirim değil; mesele dünyanın vicdanında sindirilemeyen zulüm…

Kısacası, safra taşlarım artık benim için sağlık sorunu değil, politik bir mühimmat deposu… Hem içimde biriken öfkeyi temsil ediyor, hem de bir gün zulmün duvarlarına çarpacak küçük taşlar olarak yanımda kalıyor…

Ezcümle:

Safra taşı olan her insan aslında potansiyel bir Filistin dayanışmacısıdır. Çünkü içimizde taş varsa, dışımızda da bir yerlere atılacak söz vardır…

Ve belki de en iyisi:

Safra taşlarım, Gazze’nin direnenlerine selam olsun!