Düşünce dünyamız, kendi aynasında kendini tanıyamaz hale geldi. Herkesin bir “gerçek parçası” var ama kimsenin hakikate dair bir derdi yok… Değerler, düşünceler, inançlar ve ilkeler, birer vitrin süsüne dönüştü. Artık herkes kendi konfor alanında, kendi yankı odasında yaşıyor. Ve orada, yalnızca kendine benzeyen seslerin yankısını duyuyor…

Toplumlar bir “algı çağı”na teslim oldu. Gerçek, gürültünün içinde kayboldu. Her alanda bunları hissediyoruz: üniversiteler, hukuk, siyaset, sivil toplum– kendi çıkarını korumak için algı üretmeye, kitleleri oyalamaya başladı. Eleştirel düşüncenin yerini sloganlar, bilgeliğin yerini etiketler aldı…

Bu bir yorgunluk değil; bu, düşüncenin felcidir…

Oysa bu tabloyu yıllar önce gören bir düşünce ekolü vardı: Frankfurt Okulu. Adorno, Horkheimer, Marcuse… Hepsi, insanın kültürel tutsaklığını anlatmıştı. “Kültür endüstrisi” dediler buna. Yani, kültürün bir üretim biçimi olmaktan çıkıp, bir tüketim nesnesine dönüşmesi…

Kültür artık kendiliğinden değil, kurgulanmış. Düşünce değil, yönlendirme. Özgünlük değil, tektiplik. Sanat, artık bir sorgulama değil; “tıklanma” ve “izlenme” sayılarının estetiği haline geldi… Bu konuları gündemime taşıyan ve yıldızlara göç eden Hocam Ünsal Oskay’a da teşekkür etmeyi bir borç bilirim… Düşünmeyi, düşünmeye boyut kazndırmayı hocamdan öğrendik…

Bu çürüme yalnızca Batı’nın değil, bizim de meselemizdir. Türkiye’de “kültür” sözcüğü, içi boşaltılmış bir kavrama dönüştü. Göstermenin, parlamanın, manipülasyonun alanı… Gerçeklik, ekranların yaldızlı yalanları arasında eriyor. Abartı, zarafetin yerini alıyor; gürültü, bilginin sesini bastırıyor. ..

Artık duymuyoruz… Ne birbirimizi, ne de kendimizi…

Kültür endüstrisi, bir “konfor ideolojisi” üretmiştir. İnsan, kendi rahatlığının sınırlarında düşünmeyi bırakır. Eleştirmek, rahatsız edicidir; sormak, yalnızlaştırır. Oysa düşünmek zaten bir rahatsızlık biçimidir.

Bu yüzden, konfor alanlarımızın sarhoşuyuz. Kendi küçük güvenlik adacıklarımızda, büyük hakikatleri yitiriyoruz…

Gerçek özgürlük, bu alanlardan çıkma cesaretidir. Çünkü özgür düşünce; ancak konforun, korkunun, alışkanlığın dışına taşan bir iradeyle mümkündür. Düşünmek, yeniden insan kalabilmenin son ihtimalidir...

Bugün belki en çok buna muhtacız:

Birbirimizi yeniden duyabilmeye, yeniden düşünebilmeye…

Ve en çok da, kendi konforumuzun sarhoşluğundan ayılmaya…

Ayılmayalım da bayılalım mı?

Vesselam…