İnsanın saklandığı yer, insanın kendisi olabilir mi?
Evet, bu soruya yönelik olarak kuralım düş gücümüzü…
Her insanın bir büyüme yolculuğu vardır.
Ve çıkması da zorunluluktur…
Köklerinden göğe uzanmak ister, lakin o kadar sorun vardır ki, bu yolculuk ne köklere ne de göklere ulaşır…
Bir kirli bardağın anatomisi olacak şimdi yazacaklarım…
Bardağın kiri, çeşitli adacıklardan oluşması ve asla biriciklik mertebesine ulaşamamasından kaynaklanıyor...’Değersizlik’ burada anahtar kelime haline gelirken ben de, insanın Öz karakterinin aldığı yaraların sığınma gücünden söz edeceğim… Söz edeceğim çünkü çoğu hayatlarımızın iç ve dış düşman diye adlandırdığı bir hususa dönüştüğünün de altını çizeceğim…
Çoğu ilişkinin girdabında, ‘büyümek ya da olduğu yerde kalıp büyü(ye)meme sendromu vardır’ çoğu zaman bilinir, yaşanılır, ama asla dile getirilmez…
İş gelip çatar o kirli bardağın adacıklarına…
Hiç temizlenmemiş o bardağın çeperlerindeki kir; gelip çadır kurar belleğinizin tam orta yerine… Bir kere kirlenmiş olan o bardaktan içilen her bir yudum su ya da konu zehirler sizi… Zehirlerken de size bir rehavet çöker. Benimsersiniz o rehaveti… Gün olur o kirli bardağı savunmak zorunda kalırsınız…
Ben bu bardağı temizlemek için az mı çaba sarf ettim…
Çoğu zaman sirkeli suya yatırdım…
Limonlu su da temizlemedi…
Denemediğim deterjan kalmadı…
Tuzruhuna bıraktım, yine olmadı…
Oysa bardağımın etrafında da deniz çapaları vardı, deniz suyu da çare olmadı…
Ben de kanıksadım ve o bardağı kullanmaya devam ettim…
Kullandıkça da ben de bir hoşluk oluştu… Aşık oldum o kire…
Günübirlik dokunduğum kirli bardak, temizlenmeyi aklından bile geçirmeyen bardağın derdi ne olabilirdi… Doğrusu hiç de düşünmedim… Kendi kendime galiba adi bir bardak dedim… O adi bardağı da kullanmaya devam ettim…
Kirli bardak ve ben…
O kirli bardağın çeperlerine sinen duygusal ritimler, beni daha da kullanılır hale getirdi… Ben mi bardağı kullanıyordum, yoksa bardak mı beni; bir türlü bilemiyordum…
Gün geldi çattı görücüye çıktım…
Benim de iflasım vardı…
Bardağımın da…
Bir arkadaşım şöyle söylemişti:
“Kapitalizm bizleri kirletecek ama yıkanınca geçen kirlerimiz olmalı…”
Geçmeyen kiri yıkayan elde de bir sorun varsa ne yapılabilir…
Serdeki kirlenmenin bu kadar mı olur sürekliliği…
El ve kir… İki nesneden bir özne yaratılabilir mi?
Kirli bardak, senin gözünün ucunda durup dururken; sen asla sahici sulara gidemezsin. O sahici sular da seni kabul etmez…
Kendi kendinin kleptomanisi olmayı benimseyen insanlardan da: Sahici bir yaşam ilişkisi kuramazsınız…
Yalanla hemhal olan ilişkinin ham meyvesi de yenmez…
İnsan olarak varoluşumuz, ancak bir başkası tarafından yankılanıyorsa görünür hale gelir, oluşumuz anlam ve kıymet kazanır…
Oysa büyümüş ve olgun bir sevgide ise, sevgiye dair özenli ve kadim bir lezzet vardır…
O lezzeti kamusal kılıp, daha da büyütmek ve geliştirmek bağlamında da bir ereği vardır… Erek çoğu zaman emek demektir…
Şairin de dediği gibi:
“Güzel insanlar ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar…
Yaşanır ve yaşatılır…
Vesselam…