Köyün en eski incir ağacı, çeşmenin hemen yanındaydı. Yaşlılar onun gövdesine sırtını dayar, gençler gölgesinde buluşurdu. Adı yoktu ağacın; herkes sadece “ağaç” derdi ona, çünkü köydeki hiçbir şey onun kadar uzun yaşamamıştı…
Sonra uzun zaman oldu, bana yüz adım ileride bir Likya pınarının dibinde de boy gösterdi… İncir ağacının yaprakları arasına saklanmış meyvelerin tadı halen damağımdadır…
Adı bende ağustostur…
Gel zaman git zaman derken Çay mahallesinden Adrasan’a taşındım… Evin önünde de heybetli bir incir ağacı vardı… Mor renkteydi meyvesi. Gelen gidene ikram ederdi neredeyse… Hiç kimseye hoyrat davranmadı, eşitlik ilkesine hep bağlı kaldı. Uzanan her ele verdi birkaç meyve…
Sonrasında Adrasan’da başka bir mahalleye taşındım. Evin bahçesinde havuz da vardı. O havuzun çevrelediği duvarın dibinde de her yıl bir incir filizi boy verirdi… Her defasında da o filizi keserdim. Bilinçaltımda güya “ocağıma incir ağacı dikmeyecektim”… Her yıl inatla aynı yerden boylanırdı bahar mevsiminde. Artık büyüsün, dedim kendi kendime… İşte o incir ağacı kocaman bir ağaç oldu… Bana günübirlik ağustos meyvesi veriyor… Hemen her gün birkaç taneyi gömüyorum…
İşte bir yaz sabahı, meyveler henüz olgunlaşmamıştı. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte olgunlaşan meyveler de beliriverdi… Cevizin arasına da iyi giderdi hani… Hafifçe uzandım ve bir inciri nazikçe kopardım. Ne ağacı üzdüm ne de meyveyi… Bir güzel kokladım. Güneşi içmiş ve kendinden geçmiş bir toprak gibiydi…
İncir ağacının dibinde kitap yazmışlığım vardır. Her bir meyvenin hatıratı vardır bende… Otların Büyüsü Kitabımın önsözünde bunlar anlatılmıştır…
İncir, benim için sadece bir meyve değil, binlerce yıllık bir kültürün doğayla geçmiş insan yaşamının taşıyıcısı, bereketin, doğallığın ve yalın zarafetin simgesidir. Toprağın sıcaklığı, suyun serinliği ve güneşin yalayışı vardır…
Aslında incir, iç içe geçmiş mini minnacık çiçeklerin oluşturduğu bir çiçek topudur… Gizemli ve bir o kadar da besleyicidir…
Bir kışı köklerinde uyutan bu ağaç, meyveden öte, konuşan, hisseden ve gölgesinde felsefi konuşmalara sahre olan bir meydandır… Bana hep öyle geldi…
İncir hep bir ağaçtan öte, meyvesinden daha ayrıcalıklıdır…
Kurusunda nice güneş birikmiş, özünü içmiştir… İncir ayrı bir güneştir…
Tazesinde ise her günün nemine sahne olmuş, kuşların sofrasına dönüşmüştür…
İnciri herkes yer fakat büyüsüne çok az insan aşina olur, diyesim geldi… İçinde zamanın nicedir saklı kaldığı bir takvim ağacıdır incir… İçinde zamanın saklı kaldığı, an’ın içini çektiği, mekânın kutsandığı bir dilim, bir yudum su… Birkaç yıllık ömür…
İçinde binlerce çiçek topu… Zamanı saklayan bir güneş topu…
Vesselam…