Akdeniz’in bende bıraktığı en önemli unsurların başındadır üzüm…
Geçtiğimiz günlerde nasıl bir incir yazmışsam, üzüme haksızlık eder miyim hiç…
İncir… Üzüm… Zeytin…
Mahşerin üç atlısıdır benim için…
Birbirlerini takip eden bir ritüel ağı… Önce incir morarır, ardından üzüm salkımlarıyla bakar, zeytin ise bir güce tapınmanın önsözüdür…
Üzüm, Akdeniz’in bereketli kıyılarında doğdu; Ege rüzgârlarının okşadığı tepelerde serpildi, Anadolu'nun eski tanrılarına sunaklarda kurban edildi… Yunan ozanlarının dizelerinde şarapla birleşti. Her salkım, bir zamanlar Dionysos’un sarhoş kahkahalarıyla yankılanan bağların hatırasını taşır. Eski Mısır'dan Roma'ya, Hitit tabletlerinden Bizans mozaiklerine dek uzanan bir yolculuğunda bizleri konuk etti…
MÖ 6000’lere kadar uzanan bağcılık geleneği, Akdeniz havzasında yalnızca bir tarım biçimi değil, bir inanç biçimi, bir yaşam felsefesi hâline gelmiştir. Anadolu'nun Kapadokya bağlarında güneşte kurutulan üzümler, Fenike gemileriyle Batı'ya taşındı. Bu küçücük meyve, savaşların, ticaretin ve inançların seyrini değiştirdi; bazen bir kadeh şarapla barışa vesile oldu, bazen bir sofrada dostluğu pekiştirdi. Şifalı eliyle de hemen her konuda kapımızı çaldı… Adına da sirke deyiverdik…
Akdeniz, yalnızca denizle sınırlı bir coğrafya değil; toprağın hafızası, güneşin dili, insanlığın en eski hikâyelerinden biridir. Ve bu hikâyenin en eski karakterlerinden biri, belki de en sessiz tanığıdır üzüm salkımları…
Elmalı’daki üzüm törenleri ise bambaşkadır…
Çeşitlerinin zenginliği ise parmak ısırtan cinsindendir…
Tam 17 çeşit üzüm yetişir. Finike’de ise Yazır yöresinin üzümü ise ayrıcalıklı bir başkaldırandır…
Akdeniz insanı için üzüm, yalnızca yenilen ya da içilen bir şey değildir; aynı zamanda toprağa duyulan sevginin, emeğe verilen değerin ve zamana gösterilen saygının simgesidir. Her bağ, her salkım, her tanede bin yıllık bir kültürün yankısı gizlidir.
Ve bugün, Akdeniz’in altın sarısı güneşi altında bir salkım üzüm elinize değdiğinde, onun yalnızca meyve olmadığını anlarsınız. O, yitik bir şiirin dizeleri, antik bir yontunun gölgesi, toprağa yazılmış bir destanın canlı izidir… İzidir de pek de değerini bilmeyiz… Bir dut ağacına sarılmış haline vurgun oluruz… Fakat ilk gözden çıkarttıklarımız da bu canlar olur…
Bağ evleri deriz adına, bağ evi bulamayız, göremeyiz… Yabancılaşmaya ve kapitalizmin tuzaklarına yem ederiz…
Bir kültüre veda ederken vicdanlarımızın da bir yerleri ağrır mı?
Oysa,Akdeniz, yalnızca bir deniz değil; tarih boyunca medeniyetlerin buluştuğu, kültürlerin yoğrulduğu, güneşin toprağı bereketle yoğurduğu bir coğrafyadır. Bu toprakların en eski ve en sadık meyvelerinden biri de hiç şüphesiz üzümdür… Kültürdür… Tarihtir… Nazakettir… Topraktır…
Binlerce yıldır Akdeniz havzasında yetişen üzüm, yalnızca bir tarım ürünü değil, aynı zamanda bu bölgenin yaşam biçimini, ritüellerini ve lezzetlerini şekillendiren bir semboldür. Antik çağlarda tanrılara sunulan şaraplardan günümüzde sofralarımızı süsleyen taze salkımlara kadar üzüm, Akdeniz’in zengin kültür mozaiğinde daima özel bir yere sahip olmuştur…
Yazır üzümünün moru birazdan çağıracak… Pekmezler kaynayacak… Ama ağdalıkları göremeyeceğiz… Sabahın erken saatlerindeki komşu seslerini duyamayacağız… Buyurun komşu bugün bizde sıra… Ağdalık çoktan ateşlendi…
Vesselam…