Dünya!
Beni duyuyor musun?
Ben Gazze’de bir çocuğum…
Açım, susuzum, korkuyorum…
Ama en çok ölüyorum.
Her gün yanımda bir kardeşim daha düşüyor toprağa. Küçük ayakkabılar taziye evlerinin kapısında üst üste diziliyor. Her ayakkabı bir hayat, bir oyun, bir gülüş demekti. Artık hiçbiri yok…
Fotoğraflara bakıyorsunuz değil mi?
Rakamlarla sayıyorsunuz değil mi?
Birler, onlar, yüzler, binler…
Peki hangi karede gerçekten görüyorsunuz bizi?
Bizim kanımızın kırmızısını, annelerimizin çığlığını, babalarımızın suskunluğunu hangi netlikte seyrediyorsunuz?
Ben soruyorum size:
Neden çocukların kanadı hep cebinde kırılır?
Neden bizim yataklarımız duvara yaslanır da güvene yaslanmaz?
Annelerimiz neden daha biz yürümeyi öğrenmeden, koşmayı kurtlardan öğrenir?
Her gün gökyüzüne not yazıyorum:
“Güneş, bizi okuyor musun?”
Ama bulutların bile gölgesi mezar taşına benziyor artık…
Siz özgürlük diye kürsülerden bağırırken, burada ölüm dudaklarımızdan öpüyor.
Biz kâğıttan, bezden, plastikten tesellilerle sarılıyoruz. Ama hiçbiri gerçek değil.
Bizim sarılmaya hakkımız yok mu?
Dünya!
Yüzün hiç Gazze’ye benzedi mi?
Eğer benzemediyse, nasıl anlar bizi?
Ben daha okumayı yeni söktüm. Büyümeyi öğreniyorum. Ama ölüm bana hep önden geliyor.
Size yalvarıyorum, haykırıyorum:
Artık dursun!
Çünkü biz çocuklar ölmek istemiyoruz…
Gazze’den bir çığlık,
Bir çocuğun sesi…