Güneşin hem doğuşunu hem de batışını seyrediyor Rhadiapolis…

Öylesine güzel bir tepe ki, güneş, küçük küçük dokunuşlarla hem Kumlucalıların hem de Finikelilerin üzerine doğru iniyor… İşte yaşlı bir adamın yürüyüşü görülüyor… Kentin meydanına doğru geliyor… Kentin çocukları durur mu, hemen koşuyorlar yanına… Sanki Elmalı’daki İZ LOKUM Hoca gibi… Hep cebinde şeker bulundurur. Ve çocuklara dağıtır bir güzel. Sonra uzun uzun sofralarda yemekler verir… Gelmeyenleri de bir hoşlukla not eder, sormak için…

Bu toprakların iyilik üreten insanları vardır…

Bir Köy Enstitülü Ömer Serin… Ağalığa karşı yiğitçe direnmiş ve tüm Türkiye’nin gündemine Toprak Ağalarının Zulmünü anlatmıştır… Ve topraksız köylüye toprak kazandırmıştır… Toprak Dede…

İyilik bir erdemdir… Dün de vardı, bugün de…

İZ LOKUM HOCA, Opramoas’a bir isteyeceği olsa ne mi isterdi?

"Efendim, bu yıl taş duvarların depremden etkilendiğini gördük. Bu duvarları da onartacak mısınız?” diye sorardı… Her iki yaşlının da gözlerinde umut ışığı bulunurdu…

Yaşlı adam, hafifçe gülümsedi. "Eğer içinde oturulmayacak kadar kötü olmuşsa” diyerek, “elbette “onartılacak diğer yapılar gibi…” Sesindeki sıcaklık, güneş kadar iç ısıtıcıydı. Ve insanın yüreğine su serpiyordu… İZ LOKUM HOCA seslendi:

“Bu adam, Likya'nın en cömert insanı Opramoas’tır” dedi…

Zamanın Rhodiapolis’inde yaşayan herkes onun adını bilirdi. Ama ünü yalnızca kendi kentiyle sınırlı değildi. Antik Likya’nın dört bir yanındaki şehirlerde, hatta bazen daha uzaklarda bile adı saygıyla anılırdı. Çünkü Opramoas, sadece kendi halkına değil, yardıma muhtaç olan herkese elini uzatmıştı…

Her ne kadar Kumlucalılara bıraktığı emanet, Fethiye Arkeoloji Müzesinde bulunuyorsa da… Bu toprakların şimdiki yöneticileri, bu emanetin hiç farkında bile değiller… Atanmış, seçilmiş hemen hepsi de bir güzel “PROTOKOL” oyunu içinde yarın unutulacak bir Sabun Köpüğü Partisinde boy gösteriyorlar…

Gazze ile Ksantos’un (XSANTOS) bağını kurmuşken iyilik ile de Opramoas’ın bağını kurayım dedim… Bu arada da Elmalıdaki İz Lokum Hocanın da adını geçerek anayım dedim…

Kumluca, antik dönem acısında hayli zengin bir bölge… Corydalla, Gagai, Melanippe, Arykanda, Limyra, Olympos, Adrasavana (Adrasan), Cromposo (Suluada) Chalidon (Gelidonya) ve Radiapolis… Denizin içi, ovalar, yaylalar, kıyılar bas bas LİKYA diye seslenir… Bu sese hep Opramoas cevap verir…

Ben buradayım…

Bir kış günüydü, Patara'dan geldi haber; Kent büyük bir depremle sarsılmıştı ve yürüdüğü yollar, oynadığı alanlar, ibadet ettiği yapılar etkilenmişti… Haber Opramoas’a gelmişti… Hiç düşünmeden adamlarını topladı, erzak, taş ustaları ve marangozlar gönderdi…

"Bir kentin taşları yıkılabilir," dedi… Ve ekleyiverdi:

"Ama insanın vicdanı ayakta kalmalı."

Ne yüce bir sözdü bu söz…

Bilmem şimdiki kaptan köşkünde oturanlara bir ders olur mu?

Yıllar yılları kovaladı bir ömür böyle geçti. Opramoas’ın serveti azaldı, Likya’daki etkisi azaldı. Azalmayan tek şey ise kalbindeki cömertlik…

İşte o kutsal ruh hiç eksilmedi. O, verdiği her destekle yalnızca yapılar inşa etmiyor, umut da kuruluyordu… Bizler bugün o yapıların içinden geçiyorsak, işte O yüksek ruhun cömertliği sayesinde…

Hayattan kopup gittiğinde, Rhodiapolis halkı ona bir mezar anıtı yaptırdı. Taşlara, yaptığı tüm iyilikler bir bir kazındı… Bu yazıtlar sadece onun ne yaptığını değil, nasıl biri olduğunu da anlatıyordu. Adı, yüz yıllar sonra bile unutulmasın diye, taşlara emanet edildi…

Unutulup unutulmadığını bilmiyorum…

Bilemiyorum…

Bugün Kumluca’nın O tepesinde rüzgarlar eserken, Rhodiapolis’in kalıntıları arasında bir taş hâlâ parıldar. Üzerinde yazılar vardır. Okursanız, bir adamın insanlığa duyduğu sevginin, zamana nasıl meydan okuduğunu görürsünüz…

Vesselam…