İnsan artık doğaya değil, ışıklı vitrinlere bakarak huzur buluyor…

Yeni çağın tapınakları belli: AVM’ler…

Bendeniz bunlara AvMerkezleri diyorum…

Otoparkları, giriş kapıları, yiyecek katlarıyla birlikte tam teşekküllü bir ibadet alanı…

Hafta sonu yaklaştığında, şehir tek bir yöne akar: AVM’lere.

Arabalar dolup taşar, otoparklar küçük bir sabır sınavına döner.

Işıltılı vitrinlerin önünde insanlar dolaşır; kimi gerçekten bir şey alır, kimi sadece eksikliğini unutur bir süreliğine…

Belki de herkesin aradığı şey aynı: İçeride bir “tamlık” hissi bulmak.

Artık bu mekânlar, alışveriş merkezinden çok daha fazlası.

Onlar, modern çağın tapınakları.

Dualar yerini kart ödemelerine, sessizlik yerini fonda çalan tanıdık şarkılara bırakmış…

İnsan, içindeki boşluğu tüketimle doldurmaya çalışıyor…

Ama ne kadar doldurursa doldursun, o boşluk bir türlü doymuyor…

Bazı çiftler içinse AVM, bir barış alanı gibi…

Evde süren sessiz çatışmaların nötr zemini…

Orada yemek yerken, konuşmadan da “normal” görünmenin rahatlığı var.

Çocuklar dondurma yer, büyükler telefonlarına bakar,

herkesin yüzünde o tanıdık ifade: “İdare ediyoruz.”

Oysa bu idare ediş, içimizdeki yarayı biraz daha derinleştiriyor.

Çünkü ne kadar çok şey alırsak alalım, eksilen hep aynı yer oluyor içimizin içi…

AVM’ler, rengârenk ışıklarıyla içimizdeki karanlığı örtüyor.

Ama kapılarından çıktığımızda, o karanlık yeniden yanımıza oturuyor, çörekleniveriyor…

Belki de çözüm, o kapılardan içeri girmemekte değil,

içimizdekine dönüp bakabilmekte…

Birbirimizi dinlemekte, sessizliğe tahammül edebilmekte,

gerçek bir temasa cesaret etmekte… Sarılmak ve kucaklaşmak belki en tılsımı…

Çünkü hiçbir alışveriş, hiçbir marka, hiçbir yeni eşya insanın kendisiyle kuramadığı bağın yerini tutmaz.

Ve hiçbir poşet, boşalmış bir kalbi dolduracak kadar büyük değildir…

Vesselam…