Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı yalnız başına veya belirli bir sayıda kendisine destek verenlerin yardımıyla kazanmadı. Atatürk ne saraya, Sultan’a ne İngiliz veya Amerikan mandasına güvenmedi. Atatürk'ün tek güven kaynağı milletti, milletin iradesiydi.

Kurtuluş savaşı bir yandan yurdumuzu işgal eden emperyalist devletlere karşı, diğer taraftan monarşik ve teokratik saraydan, Sultan’dan kurtulma mücadelesidir.

Sarayla, Sultan’la halifeyle son noktaya kadar gelinmişti. Bunlarla gidilecek yol kalmamıştı. Saraylarda saltanat sürdürenler millete düşünmüyor. Ne pahasına olursa olsun saltanatlarını devam ettirmek istiyorlardı.

Bir tarafta millet, bir tarafta saray, saltanat vardı. Bütün güç ve yetki sarayda saltanattaydı. Bu aşamada saray, saltanat fonksiyonunu yitirmiş, asalak bir duruma gelmişti. Bunları devreden çıkarmadan ne yapılabilirdi? Türkiye Büyük Millet Meclisi önce saltanatı, sonrasında ise halifeliği kaldırdı.Bunlar fonksiyonlarını getirdikleri için kaldırılmışlardır.Kaldırılmamış olsaydı mevcudiyetleri fayda değil zarara yol açacaktı.

Atatürk'e düşmanlık bu yapılanlara dayandırılmaktadır. Atatürk'e düşman olmak, Atatürk inkâr etmek, onun yaptıklarını görmemek, söyledikleri duymamak, eylemlerini tasvip etmemek Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte insanların kendisini inkâr etmesidir.

Atatürk İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirilmesinden yanadır. Din olarak yutturulmak istenen gericiliği Atatürk kabul etmek istememiştir.

Batıl görüşler ve inanışlar insanlarımıza dinin kutsal kuralları gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Kafaların ve vicdanların köhne geri ve uyuşturucu fikir ve inançlardan temizlenmesiyle, dinin gerçek esasları yaşanabilecektir.

Bu aşamada Atatürk çok yerde, her yerde… Daha sonrasında Cumhuriyet kuruldu. Ortalık duruldu. Ne öfke kaldı,ne kin insanların vicdanıydı. Böyle olunca layık yaşama geçilmiş olacaktı.

Nedense laik yaşamla cemaatlerle, tarikatlar arasında kan uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır.

Cemaatler ve tarikatlar İslamiyet'in esaslarından daha çok kendi anlayışlarına göre geliştirmiş oldukları düşüncelere itibar ederler. Kendi çıkarlarına uygun düşünmeyen hiçbir düşünce onlara göre değildir.

Cemaat ve tarikatlar toplum üzerindeki etkilerini getirmek istemezler. Onlara göre önce kendi varlıkları önemlidir. Kendi dedikleri olsun isterler kendi birliklerinden şaşmazlar.

Cemaat ve tarikatlar siyasetten uzak kalmak istemezler. Oysa işin içine siyasetin sokulması işin seyrini değişmesine neden olmaktadır. Dine siyaset karışınca, din siyasetin bir malzemesi olmaktan kendini kurtaramaz. Din kirlenmiş olur, din gerçek amacının uzaklaşır.

Laiklik bu açıdan toplumsal yaşam için gereklidir. Onun için Atatürkçülük toplumun birleştirici gücü olmalıdır.

Yobazlarla, bağnazların yenibir hayata geçmeleri kolay olmayacaktır. Bağnazlıktan yeni yaşama nasıl geçilir. İnsanlar yeni yaşama nasıl alıştırılır?  Bu sorulara yanıt bulunmalıdır. Bağnazlıktan kurtulmadan ilerleme kaydetmekte olanaklı değildir.

 Atatürk'ün sofrasında bulunanlar mideleriyle değil, zihinleri ile sofraya katkı sağlayan kişilerdir. Atatürk'ün başarısı rastlantı, tesadüf değildir. Düşünce sistemlerini değerlendirip, sentez haline getirerek uygulama yapılmıştır. Liyakat sahibi olanlara yetki verilmiştir.

Atatürk'e duyulan ilgi ve sevgi sıradan bir ilgi ve sevgi değildir. Atatürk sevgisi bir alışkanlık da değildir. Atatürk kendisine düşen yapması gereken ne varsa hepsini yapmıştır. Rol modelimiz olup, takdir edilmesi minnet duyulması gereken bir insandır. Milleti için varını, yoğunu hatta canını ortaya koymuştur.

Sözün kısası Atatürk deyip geçme tanı, nerede bulabiliriz Atatürk gibi olanı. Yine Atatürk, ısrarla Atatürk diyerek yazımı bitirmek istedim. Aydınlık ve sağlıklı günler dilerim. Sevgilerimle…