Evrim teorisinden kısaca bahsedecek olursak; Teorinin temeli eski uygarlıklara dayanıyor ancak ilk kez Charles Darwin’in çalışmalarıyla adı ‘’Evrim Teorisi’’ olmuştur. Darwin, ‘’Türlerin Kökeni’’ isimli kitabında canlıların tek ortak atadan meydana gelmiş ve doğal seleksiyon (Canlıların yapıları itibariyle üremelerinde, yaşamalarında değişkenlik olması) ile türediklerini iddia ediyordu.

      Darwin’in çalışmaları dönemindeki birçok bilim insanına mantıklı ve bilimsel yönden gerçek gelmeye başlamıştı. Teori ne kadar Darwin’in istediği gibi ilgi görse de Darwin, günümüzde bu iddialarının varsayım olarak görüldüğünü bilemeyecekti. Böyle olsa dahi Darwin, çalışmalarına devam ederken aslında nasıl bir çıkmaza girdiğini fark etmişti. Tesadüflere dayandırdığı bu çıkmaz onu en sonunda: ’’Her şeye dizayn edilmiş kanunların bir sonucu olarak bakmaya eğilimliyim… Ve bütün bu kanunlar açıkça her şeyi bilen, gelecekteki tüm olayları ve sonuçları gören bir Yaratıcı tarafından dizayn edilmiştir.’’[1] sözüyle gerçeği söylemeye mecbur kılarak aslında teorinin ölü doğan bir teori olduğunu bizlere itiraf etmiştir. Darwin’in iddialarını ve evrim teorisini sönük bırakacak gelişmelerden biri ise genetik biliminin temellerinin atılmasıdır. DNA  ve gen gibi karmaşık yapılardaki keşifler teori tekrar bir açmaza sürüklemiştir. Aslında evrimciler, teorinin açmaza sürüklenen her iddiasına yeni bir alternatif buldukları için günümüze kadar evrim teorisi canlılığını korumuştur. Harika kompleks yapılardan oluşan canlılar, bitkiler, mikro dünyadaki yaşam bize her yönüyle canlılığın tesadüfi değil yüksek akla sahip Allah tarafından yaratıldığını tekrar tekrar kanıtlar.

      Örneğin yapısı itibariyle canlıların organları insanın kafasını bir labirente sokar. Çünkü böylesine karmaşık ama nokta atışı tamamlanan kimyasal işlemler insanı şaşkına çevirir. Misal gözden bahsedelim. Başlı başına bir organ olarak düşündüğümüzde göz çok detaylı yapıdadır. Mesela gözdeki yüzer noktalar (vitröz sıvısı), optik sinir hatları gibi gözün bölümleri evrime göre zaman içerisinde meydana gelmiştir. Ancak bu yapıdaki en ufak eksiklik gözün fonksiyonunu kaybetmesine sebep olacaktır ki bu şekilde de nereye gittiğini bilmeyen bir kuş veya başka bir canlı birkaç metreden fazla bile ileriye hareket edemeyecektir. ’’Gözlerin ve kanatların ortak özelliği; ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde görevlerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyimle; eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu, doğanın henüz iyi aydınlatılamamış büyük sırlarından biri olarak kalmıştır.’’[2] Göz, yaratılan ilk canlılarda olduğu gibi şuanda da aynı gözdür. Aynı işlevini görür. Herhangi bir değişime asla uğramamıştır. Aksini kanıtlar yönde herhangi bir bilimsel delil de bulunamamıştır. Çok fazla deney yapılmıştır ancak ne suni ortamda ne de doğada asla bir canlı insan eliyle veya kendi kendine meydana gelmemiştir. ‘’Gözün yapısı, yüksek ölçüde minyatürize edilmiş, üstün bir fotoğraf makinesine benzer.’’[3] sözü gözün yaratılış sonucu oluştuğunu kanıtlar niteliktedir.

      Evrim ne kadar halen günümüzde karşımıza çıkmaya devam etse de geçerliliğini çoktan yitirmiştir. Geçerliliği varsayımların esas alındığı dönemdeydi ama şuanda insanlar evrim denildiğinde güler hale geldiler. Kur’an-ı Kerim’de bir ayette Allah:’’ Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘’Ol’’ der, o da hemen oluverir.’’ buyurarak bütün canlılığın yaratıcısı, kusursuz doğadaki her şeyin mutlak sahibi olduğu ifade edilmiştir.

Kaynakça:

[1]: Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s.105

[2]: Dr. Engin Korur, ‘’Gözler ve Kanatların Sırrı’’, Bilim ve Teknik, Ekim 1984, Sayı 203, s. 25

[3]: Hel Hellman, ‘’Sight and Survival’’, Science Digest, Şubat 1982, Cilt 90, s. 54