“Kahve Yemen’den gelir.” Diye bir türkümüz bile var. Bu yüzden belki birçoğumuz kahvenin Yemen’den geldiğini düşünür. Aslında doğru. Bir zamanlar öyleydi. Aslında bir tür meyve olan kahvenin, 14. Yüzyılda Güney Etiyopya’nın yüksek yaylalarında keşfedildiğine dair bir rivayet vardır. Kahve, 15. Yüzyıldan 17. Yüzyılın sonlarına kadar Yemen’de üretilmiş. Bunu Sri Lanka, Endonezya izlemiş. Sonraları ise Surinam, Brezilya, Brezilya, Jamaika, Küba, Meksika, Kolombiya, Hindistan gibi ülkeler izlemiş. Günümüzde dünyadaki kahvelerin neredeyse yarısını Brezilya üretiyor. Yani artık kahve “Yemen”den değil, “Brezilya”dan geliyor.

Ayrıca her ülkenin kendine göre oluşturduğu bir kahve yapım biçimi ve adı var. Espresso, Americano, Coffe latte, mocha, cappuccino, frappe vb…

Tabi ki bir de Türk kahvesi… Kendine özgü pişiriliş tarzıyla, kendi kültürüyle özdeşleşmiş, dahası bir kültür olmuş Türk kahvesi… Ateşte pişirilir, korda pişirilir, kumda pişirilir. Şekerli içilir, orta içilir, sade içilir. Cezvesi var, fincanı var, tepsisi var, çömleği var, köpüğü var, telvesi var. Kavurması ayrı, öğütmesi ayrı, yanında suyu ayrı, sunumu ayrı…

Türk hayat tarzının konukseverlik ve arkadaşlığının gönül suyu. Koyu sohbetlerin nefes araları. “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.” Sözünde ifadesini bulan gönül bağlarının arabulucusu. İçildikten sonra tabağının üzerine ters çevrilip kapatılarak telvenin şekillerinden umut ve heyecanla güzellikler beklenilen dilek kutusu… Çıkarsa “bildi valla”, çıkmazsa yeni bir kahve yap, falsız kalma.

Türk kahvesi kız isteme, söz kesme merasimlerinin hatırlı olmazsa olmazıdır. İlle de kahvelerin gelin tarafından getirilmesi gerekir. Damadın kahvesi ayrı hazırlanır ve ayrı sunulur. Damat, “Tuzu az olsa bari” diye geçirir içinden. Kahvenin tuzunun oranı gelin kızın insafından değil, elinin ayarındandır. Damat, dili burulsa da içer tuzlu kahveyi. Damat şöyle der tuzlu kahveyi içerken eş olacağı kıza:

“Senin elinden acı, tatlı her şeyi içerim. Acı, tatlı her haline kabulüm.” Yanındaki suyu isteyen üstüne içer isteyen altına.

Türk kahvesinin toplum etkileşimindeki yeri, edebiyatın ve sanatın da hamuru olmuştur. Sayısız şiirler, şarkılar yazılmıştır. Kahvehaneler açılmıştır insanları bir araya toplayan. O zamanın kahvehaneleri şimdinin kahvehanesi veya cafe’si gibi değil tabi. Yazarlar, şairler, ressamlar dahil, farklı kültür ve meslek dallarından insanları getirir bir araya. Sohbetler edilir, dertler paylaşılır, gazeteler, kitaplar okunur, sosyal ve politik konular tartışılır, şiirler okunur, sanat eserleri sergilenir.

Şimdinin her kafadan bir sesin çıktığı, herkesin birbirini duyabilmek için bağırarak konuştuğu, çoğu zaman herkesin kafalarını ellerindeki akıllı telefonlara dikerek, karşı karşıyayken Amerika üzerinden konuştuğu yerler gibi değildi. Konuşma konuları tik tok, instegram… paylaşımları etrafında dönmezdi.

“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” Atasözü, “her ne kadar yapılan bir iyiliğin unutulmaması gerekir.” olarak açıklansa da gerçekte öyle değildir. Çünkü kahve Türk toplumunda sohbeti, muhabbeti, paylaşımı, birlikte zaman geçirmeyi ve gerçekten hatırı ifade eder. Bir ortamın, bir zamanın, bir sohbetin paylaşılmasıdır.

Sosyalleşmenin, kültürleşmenin sacayağıdır. Acı bile olsa gönül birliğinin sebebidir.

Bir fincan kahvenin hatırı olmayacaksa, Espresso, Americano, Coffe latte, mocha, cappuccino, nestcofe… içilsin…

Şaban BALTACIOĞLU