Birilerine farklı bir şey anlatmaya görün. Anlayamamışsa veya verecek cevap bulamamışsa küçümseyen bir tavırla cevabı(!) yapıştırır. “Bana felsefe yapma!”

Felsefe, ister akademide doğrudan eğitimi alınsın, isterse insanın kişisel okuma ve araştırmalarıyla hayatına bir şekilde dâhil ettiği bir disiplin ve düşünce alanı olsun, kişinin hayatına her yönden olumlu katkılar yapmaya aday bir kültür öğesine, düşünme biçimine ve hayat tarzına gönderme yapar. Kişi ister hekim, ister mühendis, ister öğretmen ya da ister hukukçu olsun, kısacası hangi mesleği icra ederse etsin, gerek yaptığı işi anlamlandırıp layıkıyla yapmada, gerekse bir bütün olarak hayatını anlamlandırma noktasında felsefeye ihtiyaç duyar.

Siyaset bir meslek değildir aslında ama siyasetçiler felsefeyi daha çok bilmek durumundadır.

Bir güreş müsabakası düşünün. Sporcular, satıcılar, izleyiciler vardır. Sporcular kendi güçlerini ispat etmek, ün ve para kazanmak için oradadır. Satıcılar, hazır kalabalığı bir araya toplamışken para kazanma derdindedir. İzleyiciler farklı bir gün geçirmek, müsabakaları izlemek, tuttuğu sporcu kazanırsa keyif almak niyetindedir.

Bu organizasyona bir filozofun geldiğini düşünün. Filozof bütün bu curcuna içinde, insanların ne yapmaya çalıştıklarını, hangi motif¬lerle eylediklerini anlamaya çalışmak için oradadır.

Bu metaforda (öğretileme) satıcı, para kazanma fırsatı yakalayan, yalnızca parayla mutlu olunabileceğini düşünen insan tipini ifade eder. Sporcu ise egosu güçlü, şan ve şeref peşinde koşan, her daim kendini kanıtlama mücadelesi veren insanı gösterir. İzleyici sporcuların mücadelesinden aldığı hazza bakar. Oysa felsefeci, olup bitenleri anlamaya çalışan, insanları peşlerinden koşturan şey ya da güçlerin gerçek değerini kavrama çabası içinde olan, sadece insanları değil, bir bütün olarak hayatı anlamaya çalışan insanı ifade eder.

Felsefe, Sokrates’in yaptığına benzer bir biçimde, düşünmeye ve sorgulamaya istekli insanların hayata geçirdikleri ve entelektüel bir alış-veriş süreci içinde, karşılıklı sohbet ya da tartışmalarla ortaya çıkabilen bir şey olmak durumundadır. Gerçekten de felsefeyi felsefe yapan şey, felsefi problemlere filozof¬lar tarafından getirilmiş olan çözümleri okumaktan veya felsefe bilmekten ziyade düşünce biçimi, sorgulama ve tartışmadır. O; özünde düşünen, sorgulayan, araştıran, felsefi soru ve problemlere kendi yanıtlarını vermeye çalışan insanların düşünce alış verişiyle yaşayan bir araştırma türüdür.

İngiliz filozofu Thomas Hobbes (1588-1678) “Gördüğü olayların sebeplerini araştırmak insanoğlunun doğasına özgüdür. Bazıları daha çok araştırır, bazıları daha az ama herkes kendi iyi ya da kötü kaderinin sebeplerini araştıracak kadar meraklıdır.” diyordu.

Herkes felsefeci olmak zorunda değildir. Bu mümkün de değildir. Ancak herkes düşünmek, sorgulamak, değerlendirmek ve kararlar vermek zorundadır.Aksi taktirde hep birilerinin savunucuları olarak kalırız.

Aslında bütün insanlar meraklıdır. Çocuk büyütenlerimiz bilirler.çocuklarımızın bıktıran ve çoğu zaman cevaplayamadığımız onlarca sorusuna muhatap olmuşuzdur. Ancak aynı çocuk büyüyünce soru sormaktan vaz geçer. Çünkü şaşkınlık, şüphe ve meraklarını kaybederler. Daha doğrusu alamadıkları cevaplar yüzünden kaybettirilir. Toplumun alışkanlıklarına teslim olurlar. Dogmatik yanıtlarla yetinmeye başlarlar.

Şüphe eden insan, gerçekliğin göründüğü gibi olmayabileceğini, görünüşün gerisinde farklı nedenler olabileceğini düşünen ve dolayısıyla algısal görünüşlerin ötesine geçebilen insandır. Bununla birlikte şüphe ederek ve sorgulayarak yaşamak her zaman ve herkes için kolay olmaz. Bu yüzden insanların büyük bir çoğunluğu kendilerine açık iki alternatif¬ten biri olarak şüphe yerine rahat bir yaşamı seçerler. Herkesin yaptığı gibi yaparak, yaşadığı gibi yaşayarak, dogmatik kalıpların cenderesine sıkışmış bir biçimde sıradan bir hayat sürdürürler. Bu sıradanlığı kendilerine yakıştıramadığı için; kendi kalıplarını başkalarına kabul ettirebilmek için ezberleri doğrultusunda kendine ve topluma hiçbir katkı sağlamayacak savunuculuklar yaparlar. Bu da birilerine şirin görünmekten öte geçemez.

Bu kısır döngü içindeki insanlara gerçekleri anlatamazsınız. Yıllarca yer altındaki zindanda bırakılmış bir insanın güneşe çıkarılması gibidir. Güneşe bakamaz. Gözleri kamaşır. Tekrar zindana dönmek isteyecektir. Onlarla konuşurken gözlerini kapalı tutmak zorunda oldukları bilinmelidir. Kendilerini içinde bulundukları bu durumla anlamlandırırlar.

Bu yüzden günümüzde bir çok insan sosyal medya üzerinden kendi zindanının karanlığında ahkamlar kesmektedir. Bazen gizli profillerle, bazen savunucularının gücünün arkasına sığınarak…

Felsefik düşünceden yoksun insanlardan oluşan tolumlar edindikleri alışkanlıklarla ve geçmişin nostaljileriyle yaşamaya devam edecektir. Bu onları mutlu eder. Ancak anlaşılamayan bir durum vardır. Bu günü ve yarını yaşamaktan mahrum kalırlar…

Bu sebepledir ki; insanlar kendilerine statüsel aitlik grupları oluşturmuştur. Bu gruplar içindeyken kendilerini iyi hissederler. Grupları dışına çıktıklarında ise yalnızlık ve hiçlik hissederler… Mutlu Kalınız…
Şaban BALTACIOĞLU