Sevgili okuyucularım bu hafta sizlerle İzmir’de yaşadığımız iliklerimize kadar acısını hissettiğimiz depremin toplumsal olarak üzerimizdeki etkilerinden bahsetmek istiyorum.

Biz toplumsal olarak baktığımızda her birimiz kendi doğrumuzu yansıtmaya çalıştık. Sosyal medyada bazı yorumlar çok incitici, kırıcı ve ötekileştirici iken, bazı yorumlar ise, bütünleştirici, yara sarıcı paylaşımcıydı. Hepimiz aslında yine kendimizde olanı yansıttık yorumlarımızda…

Küçücük bir beden (Elif) bir parmağı tutup hepimize umut oldu. Hepimiz küçücük bedeni sevdiklerinden habersiz saatlerce karanlık bir enkaz altında kalan küçük kızın hayata tutunuşu umutların hiçbir zaman bitmemesi gerektiğini hatırlattı. Evet toplum olarak kaygılarımız o kadar çok ki umutlarımız azalmış durumdayken bir umudun gerçekleşmesi bize umudun hiç bitmeyeceği ile karşılaştırdı. Toplum olarak ve dünyada yaşanan felaketlerden sonra bu umudun gelmesi bir yandan da küçük bir bedenin 91 saat sonra hayata tutunması bize mucizelerin hala var olduğunu ve gerçekleşebileceğini gösterdi.

Peki biz toplum olarak bu kadar umutsuz, mucizelerin varlığına inanmayanlar olarak ne yaptık; hemen umutsuzluğumuza umut olarak, mucizesizliğimize mucize olarak küçücük bedenlerin deprem anını sonsuz tetikleyici unsuru olarak sosyal medyalarımızda boy boy yer verdik.

Evet onların kötülüğü için değildi bu paylaşımlar kendi umutlarımız mucizelerimizin varlığı içindi ama onları, kendi umut etme ve başka ihtiyaçlarımızın sembolü haline getirmenin normal olmadığını da kabul edelim lütfen. O küçücük bedenlerin yaşadığı şok, annesizlik, yalnızlık içinde o resimler, bir yetişkin olduklarında hep karşılarına çıkacak tetikleyici unsur olarak…

‘‘Mucize bebekte (Ayda) bir çizik bile yok çok iyi’’ diye haber yapabiliyor medya mecrası. Peki Ayda’nın o küçücük kalbinde oluşan çizikleri kim saracak hangi pedegog hangi psikolog?

Soruyorum o küçücük yüreği annesizliğini kim unutturabilecek? Elbet küçük bedenler yaralarını saracak, kabuk bağlatacak ve güzelim yürekleri ile umudun ve mucizenin isimleri olmaya devam edecekler tüm yaşamın onlardan aldıklarına rağmen…

Peki biz toplum olarak ne yapacağız? Afetler hep olacak, şimdiye kadar olduğu gibi ve geçmişte olan 99 depremi gibi; acı orada duruyor ve duracak, öyle travmatik bir coğrafyadayız ki!

Evet coğrafya kaderimiz olabilir ama ‘geliyorum, tedbirinizi alın’ diyen afetlerin sonuçları kaderimiz değil, ihmalliğin getirdiği sonuçlar bunu artık kabul edelim.

Peki ihmalliğin sonuçları ne olacak? Bin de bir umut bağlamaya, on binde bir mucize olsun diye mi bekleyeceğiz? Kaç çocuk anasız babasız kalacak? Kaç ana baba çocuksuz kalacak?

Artık silkelenip afetlerin bizi sevdiklerimizden ayırmasına izin vermeyelim tüm toplum olarak herkes üstüne düşen görevi yapmalı: İşin ehli kişiler gelmeli tüm mesleklere, sırf kendi hırsları için değil, ‘‘insanlık için ne yapabiliriz?’’ diyen, ‘‘Bu dünyaya gelmiş isem ne yarar sağlayabilirim?’’ düşüncesi ile; dürüst, çalışkan işine aşık kişiler olmalıyız…

Her iş ehline düştüğünde mucizelere ihtiyacımız olmaz…

Sevgiyle Kalın…

Klinik Psikolog Gülsüm Bircan