Vatan, sınırları belirlenmiş yurt parçasıdır. Vatan yalnız yurt parçası değil, her şeyimizdir.

Vatan anadır, kucaklayan. Babadır koruyup, kollayan. Vatan, topraktır, karın doyuran.

Topraktır vatan. Âşık Veysel’in yâridir. ‘’Benim Sadık yârim Kara topraktır’’ dizelerinde olduğu gibi. Toprak için Âşık Veysel ‘’Kazma ile Dövmeyince kıt verdi’’ demiştir. Vatan ve toprak ekip, dikmek içindir. Baktıkça güzelleşir toprak, baktıkça ürün bollaşır. Toprakla hayat bulur, sonrasında toprak oluruz. Canımızdır toprak, hayat veren kanımızdır.

Toprağımız yoksa vatanımız da yoktur. Vatansız olmak, yetim, öksüz kalmaktır. Yetimin boynu bükük olur. Vatansızlık onurun olmadığı yerde esaret yaşamaktır. ‘’ Allah hiç kimseyi vatansız etmesin‘’ sözü çok güzel bir temennidir. Bundan daha güzel bir temenni olamaz.

Kurtuluş savaşı yıllarında olmakla, ölmek arasında yaşam sürdük. Kara ve karanlık Günler, sefil ve sıkıntılı günler yaşandı. Bıçak kemiğe dayanmıştı. Ya esareti yaşayacak yâda kanımızın son damlasına kadar çarpışıp ölecektik.

Mustafa Kemal’in Türk ordusunun başında bulunduğu yıllardı. Mustafa Kemal Türklerin
Özgürlük anlayışını biliyordu. Esir olarak yaşamaktansa ölmek Türklerin tercih edeceği bir davranıştı. ‘’ya ölüm, ya istiklal’’ demenin tam zamanıydı.

Bu kara ve karanlık günlerde yokluk varlığa dönüştürülebilir tüm güçler birleştirilebilirdi. Böyle de yapıldı. Mustafa Kemal ve Silah arkadaşları, tüm siviller, yiğitler, kadınlar, kızlar, genç, ihtiyar, kör, topal kim varsa tüm varlığını ortaya koydu. 30 Ağustos 1922 böyle bir ruh, böyle bir coşku, çelik bir iradeydi.

Kurtuluş savaşı var olma veya yok olma savaşıydı. Bağımsızlık Türk milletinin yaratılışından doğan karakteriydi. Mustafa Kemal’in dediği gibi ‘’Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttu.’’ İşte o günlerde tüm potansiyelimiz varımız yoğumuz, topyekûn gücümüz harekete geçirildi. Başkomutanımız Mustafa Kemal askeri ve her saha da dehaydı. Silah arkadaşları iyi eğitilmiş seçkin kişilerdi. Vatan tehlikedeydi. Vatan söz konusu olunca vatanın yanın da hiçbir canın kıymeti yoktu. Maddi manevi tüm güçlerimiz sayesinde düşmanlar bozguna uğratıldı. Bozulan yunan ordusunun Türk gücü karşısında tutunması mümkün değildi. Perişan oldular, cezalarını buldular. Geldikleri gibi gitmeye ve kaçmaya ancak vakit bulabildiler. Böylece bin bir emek ve mangal gibi yüreklerle vatan zorlukla yeniden kazanıldı.

Mustafa Kemal ülkü arkadaşlarıyla birlikte ve öngörüleriyle düşmanları yurttan attı. Yoktan, yokluktan, cehaletten yeni bir ulus yarattı.

‘’Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir ‘’ dedi Bilimin ve aklın ışığında insanların olanaklarıyla ülkenin olanakları bir araya getirildi. Çağdaş uygarlık yolunda ileri düzeyde çalışmalar yapıldı. O günlerden bugünlere Cumhuriyetin kazanımları ile gelindi. Yorgun, yoksul, bitkin, ezik, perişan bir halk vardı. Hastalıklar kol geziyor, güçlü güçsüzü eziyordu. Para yoktu bulundu, ihtiyaçlara göre fabrikalar kuruldu, cehaletten kurtulma yönünde adımlar atıldı. Milletin gücü olarak yeni bir güç yaratıldı. Her şey tıkırında gidiyordu. Yapılanlar yeterli değildi. Yapılanları daha ileri noktalara taşımak gerekiyordu. Öz kaynaklarımız kendi insan gücümüz en akılcı şekilde değerlendirilebilirdi. Tutarlı politikalarla savurganlık yapmadan güzel ve aydınlık günler yaşanabilirdi.

Kara ve karanlık günlerden sonra ak ve aydınlık günler niçin yaşanamadı? Yönetenler yetersiz kaldı. Yönetenler başka yollara saptılar. Para her şey, çok şey oldu. Para ve vahşi kapitalizm kuralları yaşamın merkezine oturdu. Oysa Türkiye Cumhuriyeti demokratik, sosyal hukuk devletidir. Sosyal hukuk devletinde sosyal adalet ölçüleri para merkezlidir.

Hâlbuki bugünleri dışa borcu olmayan, ekonomisi düzgün, kalkınmış bir ülkenin insanları olarak yaşamak isterdik. Şairin dediği gibi ‘’Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’ söz konusu vatansa ince eleyip sık dokumak, ince hassas ve akılcı politikalarla ülkeyi yönetmekte vatan borcudur. Bu borçları yerine getirmek ise boyunlarımızın borcudur. SAYGILARIMLA…