KUTSO Ağustos ayı Meclis Toplantısı, Meclis Başkanı Fahri Özen Başkanlığında KUTSO Meclis Toplantı Salonunda gerçekleşti. Toplantı gündemine geçilmeden önce söz alan KUTSO Başkanı Murat H. Günay Ağustos ayı faaliyet raporunu açıkladı ve ülke gündemine dair önemli açıklamalarda bulundu. Başkan Günay açıklamalarında şöyle dedi;
Son 2 yıldır defalarca dile getirdiğim sorunlarla artık baş başayız. Ülke olarak çok sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz.

Türkiye’nin dolar ile yaşadığı sınav ortada… Herkesin aklına bugün ithalatı önlememiz, üreticiyi desteklememiz gerektiğinin gelmesi ise kendi içinde başka bir çelişki. Son yıllarda o kadar dolar bağımlısı olduk ki dolar/TL kuru bugün olması gerekenin üzerinde anlamsız bir değere sahip. Burada spekülatif etkilerin de olduğunu biliyoruz fakat bu etiler gerçeğimizle yüzleşmemize engel olmamalı.

ABD probleminden İran’a yaptırıma kadar tüm siyasi riskler azalsa bile, geri çekilecek kur seviyesi, Türkiye ekonomisinin taşıyacağının çok üzerinde. Bu dolar kuru ile ekonominin dönmesi olanaksız.
Bu durumun müsebbibi malum. İktidarın bugün ki hali ile ortaya koyduğu yol haritalarının çözüm noktasından çok uzak olduğunu görüyoruz. O zaman sağa sola ağlanmayı bırakıp, önümüzdeki işe bakmamız ve bu cendereyi bir an önce tersine çevirecek metotları bulmamız gerekiyor.

Hükümet dün kurdaki istikrarsızlığa karşı aksiyon planını açıklamaya başladı. Önümüzdeki günler boyunca da yeni tedbirler duyurulacak. Bunlarla birlikte kurun istikrara kavuşması için daha sıkı bir para politikasına geçilmedir,

Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için güven verici somut bir yol haritası bir an önce hazırlanmalıdır.

En önemli ekonomik partnerimiz olan Avrupa Birliği ile ilişkiler yeniden olumlu çerçeveye kavuşturulmalıdır.

Şunlar acilen yapılmazsa panik sürer:
• Ekonomik savaş ve dünyaya meydan okuma söylemi sona ermeli. Bunların tek yararı yerel seçimler öncesi seçmen sadakatini pekiştirmektir. Muhalif seçmen, parası olan, iş dünyası, Batı’lı yatırımcı savaş söylemini sevmez. Sonunda kazanacak olsak dahi, savaş olan yere girmez, kaçar.

• ABD ile sorunları çözmeliyiz. Diplomasi sanatı böyle günler için var. Biz ABD’ye karşı haklı olabiliriz ama, ABD’nin onayı olmadan dışardan tek kuruş sermaye gelmeyeceğini bilen zengin vatandaş ve yatırımcılar hızla Türkiye’den kaçıyor.

• Rusya-İran-Çin eksenine kayarak macera arayacağınızı ima etmemeliyiz. Başarılı olsak dahi, paranın geldiği, ticaretin gittiği yer Batı. Onlar da ABD’nin savaş açtığı bu 3 ülkede ortalığın yangın yerine döndüğünü biliyor.

• Mali Kuralı derhal uygulayın. Enflasyonu tek haneye çekip cari açıkları da milli gelirin %4’ne indirecek Mali Kural en az milli gelirin %2’si kadar acil harcama kesintisinden başlar.

Artık tercihler iyi ve kötü değil, kötü ve daha kötü arasında. Kol kesmeyi kabullenmemiz, taşın altına elimizi koymamız lazım..

Kardeşler arasında bile yaş ilerledikçe ilişkilerinde çıkar boyutu artıyorsa, uluslararası ilişkilerin çıkar odaklı gelişmesi gayet doğaldır.

ÇOK ÇALIŞ, ÇOK GÜÇLÜ OL
Ülkelerin çıkarları peşinde koşmasından daha normal bir şey olamaz. İttifaklar, maddi yardımlar bile bir çıkar ilişkisi ile yürütülür.

Çıkar ilişkisinin şeklini belirleyen ana unsur ise, ülkelerin güç dengesidir. Ne kadar güçlü isen, masada o kadar söz sahibi olursun. Zayıf devletler, çıkar ilişkilerinde daima zayıf kalır. Çok çalış, çok güçlü ol ve masada ağırlığın olsun.

Bugün ilişkilerimizin bozuk olmadığı ve ‘hain’ diye nitelemediğimiz neredeyse hiçbir Batılı ülke kalmadı. Eleştirilerimizde haklı olabiliriz. Fakat o ülkeler bize 600 milyar dolar civarında para yolladı ve o ülkelerde insanlar ancak 65 yaşından sonra emekli olabiliyor. Biz ise 50 yaşında emekli oluyoruz. O ülkelerde insanlar hem çok çalışıyor, hem de çok kaliteli eğitim alıyorlar. Biz ise onların verdiği borçla hayat sürüyoruz. Sonra da onları kolayca eleştiriyor ve ‘hain’ sıfatı ile yargılıyoruz.

YATIRIMLAR YETERSİZ
Devletimiz 2002 yılında 108 milyar lira gelir toplamış. Aynı yıl faiz haricinde 93 milyar lira harcama yapmış. Bu harcamanın da 12,8 milyar lirasını yatırıma harcamış. Yani %13,8.
2017 yılında tam 1 trilyon lira vergi toplanıyor. Faiz hariç harcaması ise 1 trilyon liraya ulaşıyor. Yapılan yatırım harcaması ise 108 milyar 396 milyon lirada kalıyor. Yani %10,58.

Devlet, çok para topluyor ama topladıkça yatırımlarını azaltıyor.
Gelir artıyor ama yatırımsız ve verimsiz kamu harcamaları ile bütçe açığı da artıyor. Özel sektörde kamu mali yükünün aşırı ağırlaşması nedeniyle iş yapacak sermaye kalmadı. Özel sektör bu açığını aşırı kredi kullanımı ve aşırı dış borçlanma ile kapatmaya çalışıyor.

Kamu vergileri arttırıldıkça, verimsiz yatırımlar da artıyor.
Bugün bütçe açığı eğer, çok verimli teşvikler ve destekler nedeniyle oluşsaydı ve bütçe açığı özel sektörün mali yükünü azaltarak toplam verimliliği artıracak şekilde artsaydı acaba aynı bütçe açığı ekonomi üzerinde bu kadar sorun teşkil eder miydi?
Bugün Osman Gazi Köprüsüne Hazinenin verdiği otomobil geçiş ücreti artan kur nedeniyle 230 TL’dir. Sadece bir köprüye bir gidiş-geliş ücreti olarak 460 TL ödemeyi hangi araç kaldırabilir. İşte o farkı Hazine ödüyor ve bütçe açık veriyor.

Ayrıca kamuya alınan 1 milyon taşeronun mali yükü, emeklilere ödenen bayramlık ikramiyeler, kamu görevlilerine getirilen emeklilikteki ek ücret artışları vs. de yine üretmeden harcadıklarımızdan. 
Bu artan kamu yükünü kim nasıl ödeyecek?
O nedenle diyorum ki; kamuda israf biterse dolar düşer. Sorunlarımıza karşılık sorumluyu yurt dışında aramak kadar, sorunlarımızı çözecek sorumlu kişileri içerde aramamız bizim için en iyi çıkış yoludur. En azından sorunlarımız karşısında susarak piyasaların kendi dengesini bulmasını beklemeyi bırakalım.

IMF kapısına gitmeden büyük alacaklıları çağırıp ‘paranızı istiyorsanız, yapılandırma talebimiz var ve ödenebilir vadeler istiyoruz’ diyerek masaya oturmalıyız. Kısa vadeli borç miktarını ve döviz borcunu ötelediğimizde büyük ölçüde nefes almaya başlayacağız.

İkinci adım olarak yıllardır ihmal edilmiş sanayi, iş gücü, tarım envanterlerini bir an önce yapmalıyız.

EĞİTİM, EĞİTİM, EĞİTİM…
Bir de meselenin eğitim ayağı var. Tıpkı Güney Kore’nin yıllar önce yaptığı gibi okullar başlamadan ilköğretim seviyesinde çocuklarımız arasında basit bir sınav yapıp, genç beyinlerimizin daha o yaştaki potansiyelimizi belirlemeliyiz. Çünkü buna göre gelecek stratejik sektörlerimizi ve teşvik mekanizmalarımızı oluşturabiliriz.

Sakin olmak zorundayız; ama bu yetmez. Aynı zamanda bilime inanmak, gerçeklerle yüzleşmek ve ülkeyi bu noktadan çıkarmaktan başka çaremiz yok. Yoksa önümüzdeki tehlike hem ekonomik kaos, hem de geleceği kaybetmek olacaktır. 
Gelin ipe sapa gelmez, külhanvari ama dünyada hiçbir geçerliliği olmayan söylemler yerine, planlı ve çok çalışalım, tercihimizi bilimden ve akıldan yana koyalım. Yoksa işimiz gerçekten zor.