Yüksek öğrenime başladığım yıllardı. Hem okuyor hem de devlet dairesinde memur olarak çalışıyordum. Barınma ihtiyacımı öğrenci yurtlarında kalarak karşılıyordum. Daha sonraları apart türü bir pansiyonda barınma imkanı buldum.

Şansım yaver gitmişti. Gece öğrenimi açılmıştı. Gündüzleri dairede çalışabilecek, belli bir saat sonrası okula gidip, derslerime devam edebilecektim. Zaten yüksek öğrenimde okuyabilmem, iş bulup çalışmama bağlıydı. Şikayetim yoktu. Aileme yük olmadan çalışma olanağı bulmuştum, kısaca memur olarak aldığım aylık bana yetiyor, kendi yağımla kavruluyordum.

Memuriyette yıllık izinler genellikle yaz aylarında kullanılır. Yaz aylarının birinde yıllık izin alarak memlekete, anamı babamı, kardeşlerimi, dost ve yakınlarımı görmeye gittim. Memur olmanın güveniyle, güvenli bir yaşam sürmenin keyfini çıkardım. Günlerim birbirinden güzel geçti.

Serde gençlik, delikanlılık vardı. Delikanlı olup ta kızlardan uzak kalmak olur muydu? Bu düşünce ile dolaşırken halamın kızı “komşunun bir kızı var, boyu, huyu, suyu, fiziki durumu tam sana göre” dedi. Konuşma imkanı yaratılacaktı. Yaratıldı. Kızı gördüm, konuştum. Halamın kızının dediği kadar vardı. Kızın cazibesine kapılmıştım. Beğendiğimi söyledim, isteyelim dediler ve istediler. Söz kesilmişti. İşin şakaya gelir yanı yoktu. Ciddi bir durumla karşı karşıyaydım.

Birkaç gün geçince işin muhasebeni yaptım. Yanılmıştım ve yanlış yapmıştım. Benimki zamansız bir karardı. İş bulup çalışmaya başlayınca, yüksek öğrenimde okuma imkanı bulunca çok şeylerin aradan çıktığını düşündüm. Oysa işin en başındaydım. Pansiyonda kalıyordum. Aldığım aylıkla zar zor ay sonunu getirebiliyordum. Önümde zor günler ve uzun yıllar vardı. Ne evliliğe, ne de ev kurmaya hazırdım. Ayrıca okul bittikten sonra askerliğimde vardı.

Kızı beğenme aşamasında bu engeller hiç aklıma gelmedi. Bir pişmanlık, üstüne bir pişmanlık daha. Kendim düze çıkmış değildim. Zaman zaman yaşadığım maddi sıkıntılarda oluyordu. Önümüzdeki yıllarda beğendiğim kızı ailesinden koparıp gurbete getirsem bu işin üstesinden nasıl gelecektim. Şartlar hiçbir şekilde lehime değildi. Kendimi zora soktuğum gibi evlenip getirdiğim kızında yoksulluk ve rezillik yaşamasına sebep olacaktım. Bu aşamada söz kesilmişte olsa, bu işten bir an önce vazgeçmem gerekiyordu. Öyle de yaptım. En iyisi böyle bir işe hiç başlamamam gerekiyormuş. Ne çare başlamış oldum. Son pişmanlık fayda etmiyor. Ortada alkışlanacak bir durum yok. Kişisel gibi görünse de buraya dayandırmak suretiyle yazacaklarımın önemli olduklarını düşünüyorum.

Önceki yıllarda okumuş olanların iş bulma garantisi daha fazlaydı. Adam kayırmalar vardı ama çok yaygın değildi. Okumuş olanların sayısı fazla değildi. Ülkemizdeki insanların sayısı kabarık değildi. Özel sektörü canlandırmak için devlet destek veriyor, girişimci kişiler yeni iş sahaları açıyor, insanlara iş olanakları yaratıyordu. Nüfusun büyük çoğunluğu kırsal kesimde, köylerde, kasabalarda yaşıyordu.

Köylerde, kasabalarda üretime dönük bir yaşam vardı. Herkes kendi yağıyla kavrulma çabasındaydı. Tarlalarda buğday, arpa, nohut, mercimek, susam, pamuk ekiliyor, ekilen bu mahsuller hasat edilip kaldırılıyordu. Bunların yanında evlerin çoğunda koyun, keçi, inek, at, eşek gibi hayvanlarda vardı. Bunlar insanların et, süt, yoğurt, peynir, tereyağı gibi ihtiyaçlarını karşılıyordu. Yetiştirilen mahsüllerden un, ekmek gereksinimi karşılandığından pazardan, çarşıdan alınacak olanlar azdı. Pazardan, pazen, şeker, gazyağı, çay, kibrit gibi şeyler alınıyordu.

Sonraki yıllarda izlenen politikalarla yaşam değişti. Bir bakıma yaşam terse çevrildi. Köylerden kentlere doğru hızlı bir geçiş, hızlı bir göç başladı. Derken bugünlere geldik.

Şimdi üretim toplumundan uzaklaşıp, tüketim toplumuna geçmiş, başka bir ifade ile geçirilmiş olduk. Bu noktada durup, iyice bir düşünmek gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durum, sisteme teslimiyet değil de nedir? Bu sistemin acımasızlığı, vahşiliği dikkate alınmış olsaydı, ülke bugünlere böyle gelmezdi.

Atatürk’ün yaptıkları ortadaydı. Atatürk yoktan bir ulus yaratmıştı. Tek başına yapmadı. Yanında inançlı, idealist, arkadaşları ve ekibi vardı. Birlikte yaptılar, yarattılar.

O yıllarda devlet sektörü ile özel sektör arasında bir denge oluşmuştu. Sektörler birbirlerine destek oluyor, birbirlerine haksızlık etmeden işi götürmekteydi. İşin gereği ne ise, işler öyle yapılıyordu. “Götür götürebildiğin kadar, devlet malı deniz, yemeyen keriz” modası başlamamıştı. Herkes hakkına razıydı. Özel sektörün yetişemediği alanlarda devlet sektörü devreye giriyor, insanlara yeni iş alanları açarak hizmet ediyordu.

Yapılanlar ve yaşananlar doğru şeylerdi. İşadamlarından Vehbi Koç her konuşmasında “aman ülke nüfusu çoğalmasın, çoğalacaksa gereken önlemler alındıktan sonra çoğalsın” diyor ağzından başka söz çıkmıyordu. Nüfus artışı eğitim, beslenme, barınma, enerji gibi her alanda tüketimin artışı anlamına geliyordu.

Bu gidiş, bu gidişat çok yerindeydi. İşler program dahilinde planlanarak yapılıyor, kaynaklar ezbere değil yerli yerinde kullanılıyordu. Her şey yerinde olunca devleti yönetmekte kolaydı. Sonraki yıllarda işin içine ucuz politikalar sokuldu. Hep kazanmanın hesabı yapıldı, insanların nabzına göre şerbet vermek çıkar yol olarak kabul edildi. Siyasiler birbirlerini suçlayarak, çamur atarak, körsel dövüşmelerin çıkmazı içinde vaziyeti idare etmenin yolunu seçtiler.

Emeğe saygı gösterilmesi gerekirken emeği sömürmek marifetmiş gibi insanların karşısına çıkıldı. Emeği sömürmek haksızlıklara kapı alalamaktır. “Para her şey değil” diye söylenip duruyor. Oysa para ve sermayenin gücü toplum yaşamında öyle bir ağırlık yaşattı ki, çöküp kaldık. Yaşam yalnız para babalarının hakkı değildir. Yaşam insan olarak yaratılmış olan her canlının hakkıdır. Şairin dediği gibi “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” işte bütün bunların hesabı yapılmalıdır.

Bunların yapılması için safsatalar, palavralar, büyük laflar yaşamdan çıkarılmalıdır. Beklentim büyük laflar edip, palavra atanların görülmesidir. Safsatalarla büyük laflarla bir yere varılamaz. Akıl devreye sokulup, çağdaş yöntemlerle değerlendirmeler yapılacak olursa işlerin içinden çıkmak kolay olacaktır.

İşlerin iyi gitmesiyle işlerde, eşlerde olacaktır. İşsizlik had safhada ise yoksulluk olacak, evsizlik, eşsizlikte olacaktır. Gerçekler görülmeli, kadir kıymet bilinmeli, haklar hak sahiplerine teslim edilmelidir. En büyük güç, sizlersiniz” Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” SAYGILARIM ve SEVGİLERİMLE