Doğduğu anda başladı kendisi olmamaya. Her gelen birilerine benzetti. Anneye, babaya, halaya, dayıya, nineye, dedeye… İlk konuşmaya başladığında anne, “anne” dedirtmeye çalıştı, baba “baba” dedirtmeye…

Büyüdükçe anne kendi meziyetlerini katmaya başladı, baba kendi meziyetlerini. Erkekse bazı babalar, “Hadi amcaya bir sövüver bakalım” diye küfür dağarcığı oluşturmaya başladı. Kız çocuğuna ayıplar sıralandı…

Kız anneye benzemeye başladı, erkek babaya… Olumlu vasıfların benzemesinde sakınca yoktur elbette, ancak her yönüyle benzetilmeye çalışılması, çocukların birey olma yönünde kendileri olma yollarını kapattı bir bir. Kendisi olma davranışları sergilemeye görsünler. Sınırlar çizildi dünyalarına.

“Sus, küçüğün söz büyüğün.” oldu.

Okul yılları geldi çattı. Öğretmenler davranış kazandırma yönünde kendi özelliklerini katmaya başladı. Öğretmenlerine benzemeye başladılar. Öğretmenleri gibi düşünür, öğretmenleri gibi konuşur oldular yıllar içinde. Çünkü orada da sınırlar vardı…

Okula başlandığı ilk yıllarda anne, baba “Doktor, subay, öğretmen, mühendis… olacak.” diye sıraladı. Hayallerini bile kendileri kuramadı. Ali’nin oğlu, Ayşe’nin kızıyla kıyaslandı. Küçücük yanlışında azarlandı, başarısızlığında yargılandı. Azgın dalgalardaki sal gibi oradan oraya sallandı.

Biraz daha büyüyünce arkadaş çevreleri devreye girdi.. Arkadaşları da kendileri değildi. Anne babalarından, öğretmenlerinden çevrelerinden aldıkları benzerlikleri aktarmaya başladılar birbirlerine. Kimi doğruydu, kimi yanlış. Kimi iyi, kimi kötü…

Toplumun kuralları devreye girdi. Dayatmalar, sınırlamalar, abartılmış kurallar, nasihatlar, eleştirmeler, çekiştirmeler…

Artık yetişkindi...

Şimdi soralım bakalım:

Kaçımız, kendimiz olabildik? Kendi isteklerimizi yapabildik? Kendi kararlarımızı verebildik? Kendi tercihlerimizi yaşayabildik?

Çoğumuz mesleki, sosyal, anti sosyal, doğmatik gruplar içerisinde bulduk kendimizi. Ve bu gruplara benzemeye çalıştık. Bu gruplar gibi davranmaya alıştık. Hep birilerinin arkasından sürüklenmeye başladık.

Aileler kurduk. Eşlerimize benzedik… Çocuklarımız oldu, kendimize benzetmeye çalıştık. Çünkü, öyle gördük. Bütün planların, bütün hayallerin içinde hep birileri oldu. Anne, baba, eş, çocuklar, akrabalar, arkadaşlar… Hepimiz, herkes olduk.

Kendimizi, kendimiz gibi ifade edemedik. Tercihlerimizi kimselere diyemedik. Çünkü, artık kabul görmenin yolu başkalarına benzemekten geçiyordu. Hayat bizi benzerlerimizden seçiyordu…

Makamlara geldik, makamdakiler gibi yaşadık. Makamlara gelemedik, makamdakilere göre yaşadık.

Patron olduk, patronluğa tutsak olduk. Çalışan olduk, patrona göre konuştuk.

Çok kazandık yetinemedik, az kazandık yetiremedik. Eksik olan neydi bilemedik.

Çocukla çocuk olduk, büyükle büyük… Her şey olduk belki ama kendimiz olamadık. Ne zaman kendimiz olmak istesek köşe bucak saklandık. Yok oluruz sandık…

Herkesi, kendimiz olamadığımız kendimiz gibi yapmaya çalıştık. Yapamadıkça çatıştık…

Oysa ne güzel de yaşayacaktık…

Şaban BALTACIOĞLU