Toplumu her kesiminin duygularını yoklayan, eski Yeşilçam filmleri vardı. 70’li yıllarda bir dönem nesil onlarla büyüdü. Kendi ifadeleriyle anlamlandıramadıkları hayatlarını, filmlerin senaryolarında bulurlardı. Kısaca anlatmanın yolunu böylelikle bulurlardı. “Hayatımız film”

Acı soslu masum aşklar yaşanırdı bir kısmında. Şehirli oğlanın köyde gördüğü güzel köylü kızıyla birkaç günlük gönül eğlencesi yaşardı. Sonra kirlettiği köylü kızını bırakıp kent yaşamının şatafatına dönerdi. Köylü kız kaderine razı olmaz bir sebeple kente taşınır, giyimini kuşamını değiştirir, kentli bir kız olarak yeniden çıkardı çapkın kent delikanlısının karşısına. Delikanlı tanıyamazdı köyde gönül eğlendirdiği köylü kızını. Şehir kültürüne uyum sağlamış güzel köylü kızına sırılsıklam aşık olurdu.

Başlangıçta köylü kızlarını irite ederken, kent kültürünü öğrenen köylü kızının, kentli kızlara taş çıkarttığını, kentli kızların hoppalıklarını anlatırdı bu filmler.

Zengiz kız, fakir oğlan aşkları işlenirdi bolca. Kötü niyetli, “coşkun” adamlar girerdi aralara. “Gazoz” içilirdi. Bazen mutlu sonlu biter bazen ölüm ayırırdı onları.

Taşralarda kadınlı erkekli dolardı sinema salonları. Köylü, kentli; zengin, fakir ayrımlarının derinleştiğini fart etmişti senaristler ve yapımcılar.

Erotik film furyası başlamıştı bir dönem. “Ek’li”, “Parça’lı” yazıları yapıştırılırdı erotik film afişlerinin üstüne. Yalnızca erkekler doldururdu sinema salonlarını. Genç, orta yaşlı, evli, bekar… Orta yaşlı ve evliler bir birlerine görünmeden, kıyıdan köşeden girmeye çalışırdı salonlara. Görenler de görmezden gelirdi bir birlerini. Sonuçta ortak noktaları aynıydı. Kimse mahrum kalmak istemezdi bu görüntülerden. Toplumun cinsel açlığını keşfetmişti senaristler ve yapımcılar.

Ezenler ve ezilenler vardı bazı filmlerde. Zenginler fakirleri ezerdi. Mafyalaşmış para baronları doymak bilmezdi. Güçlüler, güçsüzleri ezerdi. Bir delikanlı çıkardı ezilenlerin içinden. Kötülerin hepsini alt ederdi. Türk polisi en son gelirdi. Haksızlıklara dayanamayan, kanı kaynayan gençler doldururdu salonları. Kendilerini koyarlardı haksızlıklara baş kaldıran kabadayıların yerine. Sanki haksızlığa karşı kendileri savaşmış gibi çıkarlardı film bitince salonlardan. Ezenleri, ezilenleri, iyileri, kötüleri keşfetmişti senaristler ve yapımcılar.

Tarkan, Kara Murat, Malkoçoğlu filmleri, gençlere atalarının yakın ve uzak tarihin güçlerini hatırlatırdı. Ecnebi kızı hep aşık olurdu Türk kahramana. Tarkan filmlerinin ikinci kahramanı Kurt’tu. Hep “atılırdı”. İzleyiciler, Kurt’a trip yaptırttılar; “Hep atıl kurt diyorsun, hiç katıl Kurt demiyorsun.” At binilen, kılıç kuşanılan yıllara dönmek iterdi salondan çıkanlar. Geçmişten gurur duyma gereksinimini keşfetmişti senaristler ve yapımcılar.
Sonraki yıllar Kemal Sunal filmleri ile güldü insanlar ağlanılacak hallere… Sinemanın yerini televizyonlar aldı. Evlerimize girdi ironik yaşam öyküleri. Düşünme yönü gülme ihtiyacının önüne geçti hep. Gülme ihtiyacını keşfetti senaristler ve yapımcılar.
Savaş filmleri ve fantastik filmler döneminde durdu birden Yeşilçam. Televizyonlarla birlikte “Hollywood” filmleri girdi hayatımıza. Savaş filmleri, uzay filmleri, fantastik filmler... Bilinmezlikleri ve doğa üstü güçleri keşfetti senarist ve yapımcılar.

Son yıllarda televizyonlarda bolca yakın tarih dizileri izleniyor. Osmanlıcılık ruhunu keşfetti senarist ve yapımcılar…
Toplum ne istiyorsa o sunuluyordu. Toplum nereye taşınmak isteniliyorsa o tarafın yolu asfaltlanıyordu. İstek oluşan taraftan sunmayı çoktan keşfetmişti senarist ve yapımcılar...

Şaban BALTACIOĞLU
BEŞ KÖŞE