Adamın biri karpuz yetiştirmiş. Çok güzel olmuş karpuzlar.
“Nerede yetiştirdin?” diye sormuşlar.
“Kumluca bir yerde.” demiş.
KUMLUCA olmuş adı.

Üç tarafı dağlarla çevrili, bir yanı deniz… Gavur deresinin, Alakır çayının yüzyıllarca sürüklediği alivyonları yığarak oluşturduğu ovadır Kumluca.” İnsanı eksen yetişir toprağında.” dedikleri yer.

Göçer yaşayan Yörükler, Kumluca ovasındaki sivrisineklerin taşıdıkları sıtma mikrobunu bulaştırmak için fırsat kolladığı kovalıklardan uzak, ovayı hilal gibi çevreleyen dağların yamaçlarında Sarıkavak, Sarıcasu ve diğer mahallelerine yerleşmişler. Hayvancılıkmış geçim kaynakları. Yazları sıcaktan kaçmak ve hayvanlarına yeni meralar bulmak için, kara çadırlarını toplayıp Torosların yaylalarına sürerlermiş katarlarını.

Sonrasında tarımsal ürünlerin çeşitlenmesiyle, verimliliği keşfedilen ovanın sivrisineklere rağmen; kovalıkları, kızıl dikenleri öküzlerle, develerle sökmüşler. Kara sabanlarla verimli toprakları yarmışlar. Sivrisineklerin yurdunda, toprakta aramışlar ekmeklerini.

Portakal, limon, mandalina vb narenciye türleriyle tanışmışlar. Bahçeler kurmuşlar. Bahçe aralarında küreklerle açılan sulama arkları (kesik) ile kontrol altına almışlar başı boş suları. Kenarlarına diktikleri söğüt, karaağaç, kavak vb ağaçlarla belirlemişler sınırları… Susam, mısır, bostan ve pamuk ekilen toprakları çakallarla, tilkilerle, köstebeklerle ve yüzlerce çeşit kuş türleriyle paylaşmışlar. Yeni geçim kaynakları olmuş bereketli topraklardan fışkıran ürünler.

Bir keçiye bir tarla değişilirken, hayvancılığın ederi gerilemiş gün güne. Vaz geçilmesi zor olan hayvancılık, bir iki ineğe kadar düşmüş. Etrafı tel örgülerle çevrilmeye başlayan çayırlıklara hapsolmuş hayvanlarıyla namlanan Yörük ağalıkları.

Bundan sonrasının tanıklarından biriyim ben de…

Yaz aylarının sıcağından korunmak için yaylalara göç zorlaştı yarı yerleşiklikle, Kara çadırların, sazdamların yerine kerpiç ve kagir evlerle balandılar toprağa. Yaz aylarında terk edilemez oldu yurtlar(yerleşke). Irayan yaylaların yerine denizin serinliğine sığınıldı. Mevsimlik deniz obaları kurulurdu dalgaların ucuna tahta, hasır ve kamışlardan.

Baharda terekelerde sebzeler yetiştirilirdi. Güz aylarında pamuk, susam, mısır, buğday hasat edilirdi. Ürünlerin ihtiyaç kadarı ambarlara, hanlara konulur; fazlasını satılırdı.

Hasat sonu hem tarla tapan işlerinin sona ermesi, hem satılan ürünlerden yeterince para elde edilmesiyle düğün, dernek işleri başlardı. Yeni kurulan yuvalar, kavuşmalar ve mutluluklar. Yarenlik gecesi, oğlan kınası, kız kınası, çeyiz altı, gelin alması ritüelleriyle eğlencenin beli kırılırdı meydanlara yakılan ateşlerin etrafında.. Köy tavuklarından, kesilen davar etlerinden yemekler pişirilirdi kalaylı bakır kazanlarda. Bolluk ve bereket paylaşılırdı eşle dostla…

Kış aylarında ailenin bir bireyi gibi olan ineklerin bakımları yapılır, sütleri sağılır odun ateşinde kaynatılırdı sabahın erken saatlerinde. Süt mayalanarak (öğütülerek)yağlı yoğurt ,yoğurttan ayran kokulu tereyağları, ayrandan sakız gibi kese yoğurtları veya çökelek üretilirdi bolca.

Evlerin bitişiğindeki kaydırmalardan yayılan sac ekmeği, (yufka) mısır ekmeği (çalkama), mayalı ekmeğin, (bazlama) burcu kokuları sarardı havayı. Yayıktan yeni çıkmış tereyağı, peynir, çökelek, köy yumurtası ve sebzelerle birleşirdi burcu kokular sabah kavatlılarında.

Uzun kış gecelerinde, gaz lambasının titrek ışığı altında misafirlikler, sohbetler, eğlencelerle yatılırdı bir sonraki günün şafağına. Gaz lambasının duvara yansıttığı gölgeleriyle oynardı çocuklar.

Bugünkü teknoloji yoktu, bedenler daha çok yoruluyordu belki ama ruhlar daha dingindi. Bolluk, bereket, huzur vardı. Gecesi geceydi, gündüzü gündüz. Uykuları derin, uyanıklıkları canlıydı göz kapaklarının.

İnsanlar, Bey dağlarından denize kadar birbirlerini tanırdı. Gözün gördüğü yerler uzaktı belki yürüyerek. Ama ulaşılırdı… Taa, uzaklardan selamlar salınırdı tanıdıklara gelen gidenlerle. Gönül alma, hatır sorma da eksik edilmezdi...

Sonra…
(DEVAM EDECEK)

BEŞ KÖŞE
ŞABAN BALTACIOĞLU