Memuriyetimin ilk yılları bir bakanlığın genel evrak biriminde geçti. Genel evrak birimi şefliktir. Bir şefimiz vardır. Sanki “Bekçi Murtaza”. Orada çalışanların robot gibi hareket etmesinden yanaydı. Göz açtırmıyordu. Oturduğu yerden herkesi göz ucuyla takip ediyordu. Vaktinde gelinecek, vaktinde çıkılacaktı. Ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra.

Biraz geç kalmaya gör, birşey söylemesine gerek yok, bir bakışı varki anlatılmaz. O bakışa maruz kalmaktansa dövse dövdüğüne, sövse sövdüğüne razı oluyorsun.

Büyükşehirde “dakik” olmak kolay olmuyor. Vaktinden önce gelmek için yola çıksanda trafik sorunu ve bazı nedenlerle yolların kapatılması gecikmelere neden olabiliyor.

Şefimiz böyle bir duruma düşmemek için çok titiz davransa da bazen tam ve vaktinde gelmiyor. Böyle bir durum olduğunda seviniyoruz, bıyık altından gülüyor, anlamlı anlamlı birbirimize bakıyoruz. Bu durum sıkça yaşansın istiyoruz.

Yaşayan bilir yaşayan anlar, anlayış gösterir diye düşünüyoruz. Kendisi de yaşadığı halde şefin tutumunda, tavrında bir değişiklik olmuyor. Tavır aynı tavır, bakış aynı bakış.

O birimde çalışan arkadaşlarımızdan birisi vaktinde gidip gelme konusunda sorun yaşıyor. Nedense her hafta vaktinde gidip gelme konusunda birkaç kez şaştığı oluyor.

Şef sessiz kalacak değil ya kendisini uyarıyor, ters ters kötü kötü bakıyor, hakkında da tutanak tutup müdüriyete  bildireceğini söylüyor. Şefin tavrı zamanla sertleşiyor. Tehdit eder hale geliyor. Ortalık gergin sinirler bozulmuştur. Taraflar patlama noktasına gelmiştir. Bir kıvılcım patlamaya yetecektir.

Şef uygun bir yöntemle durumu düzeltebilecektir. Veya daha ölçülü bir tutumla daha uygun bir anlayışla işin içinden çıkabilecektir. Böyle olmayıp baskı uygulayıp korku yaratarak sorunu çözübileceğini düşünmesi işin sarpa sarmasına yol açıyor. Katı bir tutum, sert bir yaklaşım sorunu çözmüyor, karşılık yaratıyor.

Sözünü ettiğimiz arkadaşımız bir gün aynı şekilde gecikince şef sayıp saymaya başladı. Aynı tavırla, aynı bakış ve daha çok öfkeyle “ben şefim” deyince memur arkadaşımız, “Sen şefsen bende müdürüm, yeter artık” diyerek ordan ayrıldı.

Bu şekilde toplumsal yaşamda zorlamalar çok oluyor. Abartılar büyük oranda yaşanıyor. Çok kişi olup bitenlere kendi cephesinden bakıyor, ben’lik ve benci’lik ön planda hoyratça yaşanıyor. Ya sorumluluk bilinmiyor veya sorumluluk sınırı aşılıyor.

Halbuki anlayış göstermek, sorumluluk sınırında kalmak korkaklık değildir. Haddini bilmektir. Karanlık ve çirkinlik kardeşliktir. Karanlıkta yolunu bulamassın, çirkinlikte önünü göremessin.

Hastaya belli dozun üstünde ilaç vererek kısa sürede hastayı iyileştiremessin. Alınan ilaçların etkisiyle belirli zaman içinde hasta hastalığından kurtulacaktır. “Vur değince öldür demedik” diye bir deyim vardır. Vurmadan, öldürmeden netice gitmek önemlidir.

Surumluluk sınırında kalmak başkalarına saygıdır. Sorumluluk sınırının küstühça aşılması büyük tepkiler yaratır. Sinirler ve kafalar bozulduğunda bir gün birileri çıkar “sen şefsen, bende müdürüm, yeter artık” diyecek olursa şaşmamak gerekir.