İnci Aral 2010 yılında yazmış olduğu “SADAKAT” ismini verdiği eserinde siyasete ilişkin şöyle bir saptama yapmıştır;

“Siyaset halk için, ülke için yapılmıyordu. Belli bir azınlığın çıkar çatışmasının, ağzı bozukluk ve yalancılık arenasıydı. Halk kendini yönetecek doğru insanları seçemediği sürece gerginlik, korku ve umutsuzluğun önüne geçilemeyeceği görüşü yaygın olup, Yönetimin halkın iradesine bırakılmış olduğu savı tatlı bir yalandı. Siyaseti, ekonomiyi, iş hayatını, alttan alta yönlendiren iç ve dış uzantılar, yasadışı sayılacak işbirlikçilerden oluşan görünmez bir çıkar ağı vardı. Sistem bunun üzerine oturmuştu ve tekleyip duruyordu”.

Yazarın on sene öncesinde yazmış olduğu bu saptamalara katılmamak mümkün değildir. Dün olduğu gibi bugünlerde de önceki yıllara baktığımızda siyasetin bu doğrultuya uygun olarak yapıldığı görülmektedir.

1966 yılında memuriyete başlamıştım. Memur olarak siyasetin dışında kalmam gerekiyordu. Siyasetin dışında kaldım ama o tarihten beri siyaseti yakından takip ettim. O yıllarda siyaset nasıl yapılıyorsa sonraki yıllarda da siyasi yaşamda değişen bir şey olmadı.

Zihniyet aynı kaldı. Kısır çekişmeler bitmedi, devam etti. Siyasi partiler birbirlerini suçlayıp durdu. Birbirlerine ÇAMUR atmaktan öteye geçemediler. Kim iktidar olduysa havaya girdi, kibirden geçilmez oldu. Halkın dertleri unutuldu. Halka yanlışlar doğruymuş gibi anlatıldı. Yalanlar savruldu, halk uyutuldu.
Bu siyaset anlayışının ilerideki günlerde değişebileceğine dair inancım vardı. Yetmiş yaşın üstünde olduğum halde bu siyaset anlayışı düzeleceği yerde daha da kötüleşmiş oldu.

Baktığımızda üzülüyor, gördüklerimizden rahatsız oluyoruz.
Kimseyi kötülemek gibi bir düşünce aklımızdan geçmediği halde yaşanılan gerçekleri dile getirmek gerekiyor. Siyasetteki bu keşmekeş uzun yılardan beri devam etmektedir. Siyasiler bu kısır döngüyü kırabilselerdi iyi olurdu. Efendi efendi siyaset yapmak varken ağzını bozarak, yalan ve yanlışları sıralayarak, ciddiyetsiz ve pişkinlikte siyaset yapmak hiç de istenilen bir durum değildir.

Halbuki zaman içinde her şey değişiyor, anlayışlar gelişiyor. Değişmelere paralel olarak yeni bir dünya geliyor. Koşullar değiştiği halde siyasetin yerinde sayması vasatlığın bir belirtisidir. Sosyal değişimlere göre siyasetçiler de kendilerini değiştirmiş olsaydı bugünleri daha farklı yaşayabilirdik.
Öteden beri ekonomi bir türlü düze çıkmadı. Pahalılık hep sürüp gitti. Halkın iki yakası bir araya gelmedi. Yönetimde istenilen başarı bir türlü sağlanmadı. Bunun sonucu olarak sıkıntılar sürekli arttı. İşsizlik had safhaya ulaştı. Esnaf zora, dara girdi. Bu zorluk her sahada kendini gösterdi. Tarım çöktü, hayvancılık bitti. Tekstil sektörü sıkıntıya girdi. Kamusal mal varlıklarımız satıldı. Saymakla bitmeyen, neler neler yapıldı?
Nedense siyasi zihniyet bir türlü değişmiyor. Siyasette hep aynı terane sürüp gidiyor. Halbukisiyasi zihniyet mutlaka değişmelidir. Siyasi zihniyetin değişmesi yanında doğru insanlarda siyasetin içinde yer almalıdır. Siyaseti ekonomiyi, iş hayatını alttan alta yönlendiren iç ve dış uzantılara hiçbir zaman fırsat verilmemelidir.

Doğru siyaset yapmak esastır. Ancak bu taktirde işbirlikçilerden oluşan çıkar grupları etkilerini yitirecektir. İşbirlikçiler ve onların uzantıları etkili oldukları sürece tam bağımsız bir politika uygulamak mümkün olmayacaktır. Bağımlı bir politika uygulanıyorsa bu emperyalist ülkelerin ekmeğine yağ sürmektir.
Emperyalistlere teslim çıkar yol değildir. Teslimiyeti kabul etmeyerek bağımsız bir politika izleyerek başarıyı yakalamak mümkündür. Bağımsızlığın dışında bir yol izlemek duvara toslamak anlamını taşır.

Siyasetteki bu kısır döngüyü geçip, çağdaş doğrultuda bir yol seçip, ileri düzeyde yaşamak istiyoruz. Siyasi zihniyetin bu açıdan da değişmesi gerektiği ortadadır. Bu zihniyette ısrar edilmesi sıkıcı ve bıktırıcı olacaktır. Siyasi zihniyeti değiştirme konusunda bir niyet yoksa doğru siyasileri arayıp bulma ve bunlardan görev beklemek çıkar yoldur.

Öteden beri birkaç kişi bir araya gelince “ne olacak bu memleketin hali?” deniliyordu zaman içinde bu soru insanlarımızın aklından silinmedi. Bu soruya yanıt bulunmadı.
Oysa doyurucu çalışmalar yapılmış olsaydı, bu konuda tereddütlerde ortadan kalkmış olurdu. Güvenli bir yaşam istemek herkesin hakkıdır. Güvenli bir yaşamın adalette, eğitimde, sağlıkta ve güvenlikte olması beklenir.

Beklentilerimiz umut olmaktan çıkarılmalı, gerçek yaşama sokulmalıdır. Taze ve güvenli bir yaşam dilerim. Değişim olmadan gelişmeler yaşanmaz. SEVGİLERİMLE
İletişim: 0539 979 35 29
Cafer GÜNDOĞDU