Bu gece sokağa attım kendimi sıkıntılı canım. Yürüdüm, hedef belirlemeden. Her adımda gözetleyen mobeselere aldırmadım.
Kaldırımda boş bir süt kutusuyla oynuyor bir sokak kedisi.
Patisiyle tokat atar gibi kutuyu bir sağa bir sola fırlatıyor. Belki kutuyu merak ediyor belki oyun oynuyor. Arada bir de sanki altında kalacakmış gibi setçe havaya zıplıyor. Sonra saklanır gibi yaklaşıp kutuya yeni bir tokat atıyor. Durdum, izledim bir süre. Belki merakını giderdi belki yoruldu oynadığı oyundan. Tüylerini düzeltir gibi yan taraftaki evin duvarına sürtünerek köşeden kıvrıldı.

Bir motor durdu karşımdaki çöp bidonunun yanında. Arkasındaki küçük römorkun köşelerine diktiği demirlere bağladığı büyükçe bir çuval. Ağzına kadar dolu neredeyse. Çöp bidonlarında bulduğu işe yarar atıkları bulup kararmış elleriyle boşluklara sıkıştırmaya çalışıyor. Gelen geçene aldırmıyor. Kim bilir belki gecenin karanlığına saklanıyor.
Dedim ya sıkıntılı canım… Sokakta aslında her yanım…
Büyük bir gürültü kopuyor arkamdan. Rüzgar gibi bir sürat motoru geçiyor. Keskin egzoz sesi gecenin sessizliğini yarıyor. Belli kendince hava basıyor. İnsanları rahatsız eden ses belki ona keyif veriyor. Oysa hızından kim olduğu bile bilinmiyor. Bu hıza yetişir mi bilmem ama arkasından kim bilir ne küfürler sayılıyor.

İnsanların sokağa taştığı kafeler karanlık. Gençler bir birini gözleyemiyor. Kahvenin hatırı mı? Artık bilinmiyor.
Şehir içi dolmuş durağında on beş, on altı yaşlarında üç genç oturuyor. Her sözün başına “oğlum” koyarak, gürültülüce sohbet ediyorlar. Aynı anda yaktıkları sigaraları aynı anda çekiyorlar. Yüzleri sigaranın kızıllığında belli belirsiz seçiliyor. Belki anne, baba onları ders çalışmada biliyor.

Yollarda fazla araç yok. Seyrek sepet ışıklar şavkıyor sağlı sollu. Kavşakta duraklıyorum. Ankara havasıyla gelen beyaz şahin aheste aheste kırmızı ışıkta geçiyor. Yan tarafta kolunu camdan dışarı sarkıtarak oturan gençle göz göze geliyoruz. “Sen bekle der gibi” sıska omzunun üstünden süzerek bakıyor.
Yolun tenhalaştığı yerde kurbağalar düğün dernek kurmuşlar, farklı tonlarda zılgıtlar çalıyor.

Karşımdan Samanyolu gibi er yanı ışıklarla donatılmış bir kamyon geliyor. Tam yanımdan geçerken ara gazı veriyor. Yanık mazot ve is kokusunun arasından nefesimi tutarak çıkıyorum. Karanlığı unutup dikiz aynasından bakmıştır kesin… Tahmin edebiliyorum, marifetinden büyük keyif alıyor!
Karşı şeritten römorku tepeleme domates atığı dolu bir traktör geçiyor. Sokak lambaların ışığında kara bir tepe yürüyor. Römorkun ışıkları yanmıyor. Silkelendikçe yola birkaç demet sap dökülüyor.

Ambulans geliyor karşımdan. Sireni acı çalıyor. Mavi kırmızı yanıp sönen ışıkların içinde kim bilir hangi can yanıyor?
Şehir bitiyor. Üstümden duvarlar kalkıyor sanki. Seyrek sepet evlerin ışıkları kalıyor her iki yanımda. Denize az kaldı sanırım. İyot kokusu geliyor.

Gökyüzüne bakıyorum. Hava açık. Yıldızlar görünmüyor.
Canım yine sıkılıyor…

Şaban BALTACIOĞLU