Kurtuluş Savaşı başlı başına bir destandı. Kurtuluş Savaşı mucizeydi. Destan yazıldı. Mucize, mucize olmaktan çıkarıldı, mucize Yaşama Sokuldu. Sömürgeci, yayılmacı devletlerin ve onlara uşaklık edenlerin hesapları tutmamıştı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ortaya emekleriyle, yüreklerini koydular. Önce kazanmanın hesabı yapıldı. Kaybetmekse hiç akla getirilmedi. Parola kazanmanın üzerine kurulmuştu. Parola “Ya İstiklal, Ya ölümdü” ölüm, kalım dedikleri bunun taa kendisiydi.

1919-1922 yıllarından beri oradan 100 yıla yakın bir zaman geçti. Uluslar için 100 yıllık zaman çok uzun bir süre değildir. Düşmanlarla savaş bitmiş, yeni bir savaş başlamıştı. Bu savaşın adı yaşam savaşıydı. 100 yıl evvel İzmir’in dağlarında çiçekler açmadan önceleri ortalık günlük güneşlik değildi. Yoksulluk vardı. Perişanlık, sefalet diz boyuydu. Herkesin gözü önünde ortada başı boş dolaşıyordu.

Elektrik yoktu, karanlıktı. Birinci karanlık elektriksizlikten, ikinci karanlık cehalettendi. Karanlığın her türlüsü iyi değildi. Bunu en iyi gözü kör olanlar, görmeyenler bilirdi. Karanlığı daha yakından tanımak isteyenler, körlerden, körlük yaşayanlardan sorup öğrenebilirler.

Savaş bitmişti ama yaşam akıp gitmekteydi. Durmak zamanı hiç değil, çalışmak zamanıydı. Harekete geçilmişti. Para bulunacak yeni bir yurt kurulacaktı, parola değişikliği oldu. Şimdi ki parola “millet için el ele, millet için ileri” ydi.

Eğitim önemli ve öncelikliydi. Eğitim için başta öğretmenler olmak üzere eli kalem tutanlar seferber edildi. Okuma, yazmayla birlikte bilinç geliştirilecek, insanlara kişilik kazandırılacak, sonra çalışılarak insanların kaderlerinin değiştirilebileceği anlatılacaktı.

Sağlık önemli öncelikliydi. Her türlü hastalıktan geçilmiyordu. Sıtma, verem, tifo gibi. Az sayıda doktor, sağlık personeli, eczane vardı. İlaç yoktu, insanlar hastalıklarla boğuşuyor, boğuşmanın üstesinden gelenler hayatta kalabiliyordu.

Emniyet ve asayiş önemli ve öncelikliydi. İnsanların yaşamı yasayla güvence altına alınmalıydı. “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” deniliyor ve buna inanılıyordu. Güvenli bir yaşam olursa insanlar çalışır, kazanırdı. Kazandıklarından fazlasını başkalarına ya verir veya satardı.

Tarım önemli ve öncelikliydi. Açlığı yenmek, açlıkla baş etmek ancak tarımla olurdu. Üretim teşvik edilmeliydi. Kara sabanla tarlalar ekilirdi. Köylü ve çiftçiler çok fakirdi. Çoğunun bir öküzü var, ikincisi yoktu. Teşvik için ikinci öküz verildi. Toprak sürülecek, tarla yeşerecekti. Türk halkı kendi ürettiğini kendisi tüketecekti. Üretim ağırlıklı yeni ve modern bir yaşamın bunlar ilk işaretleriydi.

Her alanda olduğu gibi ekonomik ve sosyal alanda da Mustafa Kemal dahiydi. Türk tekstilinin temeli sayılan Nazilli Sümerbank basma fabrikasının kurulmasını sağladı. Fabrikayı Ruslara yaptırdı. Kredisi Ruslardandı. Makinelerini Ruslardan getirdi, Rus Mühendisleri kurdu. İşçilerimizi Rus mühendisler eğitti, öğretti.

Fabrikada 2500 işçi çalışıyordu. Fabrikada sinema salonu, alttan ısıtmalı spor salonu, hastanesi, ilkokulu, kreşi, lojmanları, sağlık ekibi, hatta hamamı vardı. İşçilerin tiyatro kulübü, müzik grubu, fabrikanın spor kulübü de vardı. Fabrika kendi enerjisini kendisi üretiyordu. AR-GE çalışması yapılıyordu. Fabrikada genç kızlar için meslek edindirme kursları da açılıyordu. Kısaca Fabrika sosyal yaşam için tam bir donatı alanıydı. Bu örnekte olduğu gibi başka yerlere de fabrika açılmasıyla işsizlik sorunu çözümlenecek, refah artacaktı. Mustafa kemal Ruslara olan borcunu narenciye ve üretilen diğer ürünlerle karşıladı. O günün Türkiye'sinde bunlar yapıldı, bunlar yaşandı. Şimdi ne hikmetse fabrikalar ya kapatılıyor ya da satılıyor. Hangi akla hizmetse….

Mustafa Kemal Türkiye’sinde Anadolu baştan sona, sondan başa hareket doluydu. Tam kapasite ile sürdürülen bir yaşam vardı. Bilenlere, vizyonu olanlara olanak sağlanıyor, görev veriliyor. Gerekli olduğu şekilde işler yapılıyordu. Haksızlık olmasın, adaletsizlik yaşanmasın diye titizlik gösteriliyordu. “Zahmet nimet içindir. Nimet için zahmete katlanmak gerek çalışalım, yaşayalım” deniliyordu.

Sosyal yaşam belli bir düzeyde kurulmuştu. Ortalık durulmuştu. Ne öfke kalmıştı, ne kin. İnsanların vicdanıydı din. İnanç sömürüsü yoktu. Din üzerinden siyaset yapılmıyordu. Dini istismar edip bir yerlere gelmeler, göze girmeyi düşünenler zaman zaman ortaya çıksalar da etkisiz ve yetkisiz kişilerdi.

Mustafa Kemal 1934 yılında soyadı kanununun kabulünden sonra Atatürk Soyadının verilmesiyle Mustafa Kemal Atatürk oldu. Atatürk’ün sofrasında bulunanlar mideleriyle değil, zihinleriyle sofraya katılırdı. Cumhuriyet köyü projesi hazırlanmıştı. Bu projede bütün sosyal donatı alanları vardı. Modern Türkiye ve modern yaşam için uygulanması gerekli olan projelerdi. Atatürk 57 yaşında aramızdan ayrılmayıp daha çok yaşasaydı ülkemizin çehresi daha başka gelişir, daha çok değişirdi. Safsataya tamah edenler çıkmaz safsata olduğu gibi yaşamdan çıkabilir, akıl öncelikli bir hayat kurulabilirdi.

Gelinen noktada müsbet bilimin esaslarına uyan akıl, binbir emek ve cesur bir yürek vardı. Bunların sonucunda ülkemiz büyük yol aldı. Atatürk’ün izinde olduğumuz sürece sorun yaşanmayacaktır. Atatürk çizgisinden çıkıp safsatalara uyar, itibar edecek olursak olduğumuz yerde kaldığımız gibi zor, ağır problemler yaşamak kaçınılmazdır. Kendimizi ülkemizi ve geleceğimizi kurtarmak Atatürk’ün ve kadrosunu yaptıklarını tamamlamakla olacaktır.

Ne varsa o cevherdedir. Ne varsa emekte, cesur ve sevgi dolu yüreklerdedir. Sevgilerin çiçek açtığı bir ülkede yaşanmasını dilerim, yeni yılınızı kutlar, Saygılar sunarım. SEVGİLERİMLE

Tel: 0539 979 35 29 Cafer GÜNDOĞDU