Orta Çağ boyunca Doğu toplumları felsefe, kimya, tıp, matematik ve teknoloji alanlarında Avrupa’nın önündeydi. 17. yüzyıldan itibaren etkisi görülmeye başlayan Bilimsel Devrimle birlikte Avrupa’da bilim ve teknoloji diğer toplumlardan daha çok ve daha hızlı bir şekilde gelişmeye başlamış ve çok daha fazla ilerlemiştir.

Batı’da Aydınlanma çağı (Akıl Çağı) olarak adlandırılan bu dönemde; geleneksel düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimleri sorgulanmış, yeni düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimleri geliştirilmiştir. Aydınlanma, insan, toplum ve doğa hakkında geleneksel dünya görüşüne karşı çıkan yeni düşünme biçimlerini yaratmıştır. 1600’lerin sonlarında başlayan, 1789’daki Fransız Devrimi ile doruk noktasına ulaşan ve 18. yüzyılın son çeyreğine kadar süren bir dönem içinde Batı dünyasında bilimsel, felsefi, sosyal ve siyasal alanlarda yeni düşünceler üretilmiştir.

Akıl, Aydınlanma düşüncesindeki en temel kavramlardan biridir. Hatta Aydınlanma Çağı’nın bir diğer adının Akıl Çağı olduğu kabul edilir; çünkü Aydınlanma düşüncesi aklı temel almaktadır.

Aydınlanma hareketinden önce insan, toplum ve doğa hakkındaki düşüncelere Kilisenin otoritesine dayalı olan geleneksel bakış açısı egemendir. Bilginin kaynağı dinsel metinler ve Kilise’dir. Bu dönemde iletişim araçları ruhban sınıfının tekelinde olduğu için bilginin iletilmesi de bu sınıfın kontrolündedir. Aydınlanma döneminde ruhban sınıfında bulunan otorite, yerini bilimsel düşüncelere ve keşiflere bırakmıştır. Aydınlanma dönemi düşünürlerinin çoğu aslında dini inançlara sahiptir; ancak bu inanç onların ruhban sınıfına muhalefet etmelerine ve dinsel öğretilerin yerine bilimsel öğretilerin geçmesini istemelerine engel olmamıştır. Burada Aydınlanma düşünürlerinin yapmak istediği, ruhban sınıfının bilgiyi elinde bulundurma ve iletme rolünü almaktır; çünkü toplumsal olarak neyin önemli bilgi olduğunu yeniden tanımlamak, bilgiyi din çemberinin dışına çıkarmak ve bilgiye yeni bir anlam yüklemek istemişlerdir. Kilisenin mucize ya da benzeri kavramları ideolojik olarak kullandığını düşünmüş ve dünyanın bu tip dinsel kavramlarla açıklanmasına karşı çıkmışlardır.

Avrupa toplumunun geleneksel bir toplumsal düzenden ve dünya hakkında geleneksel bir dizi inançtan yeni toplumsal yapı biçimlerine ve dünya hakkında yeni, modern düşünme yollarına doğru bir değişim geçirmekte olduğunu belirten Aydınlanma düşünürleri, akıl ve bilim sayesinde meydana gelen bu değişimin toplumun daha iyi bir noktaya doğru ilerlemesini sağlayacağını savunmuşlardır.

Aydınlanma paradigması, birçok açıdan ortak özellikler taşıyan düşünürleri birleştirmiş, onlara ortak bir zemin sağlamıştır. Bu sayede Aydınlanma Çağı içinde yer alan düşünürler, çok çeşitli fikirlere sahip olsalar ve ayrıntılarda birbirlerinden farklılaşsalar da bazı ortak noktalarda birleşmişlerdir. Bu ortak noktalar en açık şekilde bu düşünürlerin üzerinde uzlaştıkları bazı temel kavramlarda görülebilir. Bu kavramlardan en ön plana çıkanları; akıl, ampirizm, bilim, ilerleme, evrensellik, bireycilik, hoşgörü, özgürlük, insan doğasının birliği (aynılığı) ve laikliktir.

Aydınlanma döneminde ortaya çıkan bu yeni düşünceler, toplumsal yaşama da yansımıştır. Artan bilgi edinme çabası, 1635’te kurulan Fransız Akademisi (Académie Française) ve 1645’te kurulan Londra Kraliyet Topluluğu (Royal Society of London) gibi bilimsel ve sanatsal çalışmalara adanmış ilk modern akademilerin kurulmasına yol açmıştır. Yine bu dönemde okuma salonları, okuma kulüpleri ve kafeler gibi mekânlar ortaya çıkarak yaygınlaşmıştır. Bu mekânlar insanların bir araya gelerek düşüncelerini paylaştıkları, çeşitli konuları tartıştıkları entelektüel alanlar olmuştur. Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan yeni fikirler edebiyat, sanat, mimari gibi çok çeşitli alanlarda yankı bulmuştur.

Akılcılığın ve bilimselliğin öne çıkmasıyla Bilimsel Devrim süreci yaşanmıştır. Bilimsel Devrimle birlikte, doğal olguların işleyişi hakkındaki genel kanunların ortaya konması sayesinde teknolojide önemli ilerlemeler sağlanmış, bu sayede kıtlık azaltılmış, uzak mesafelerle iletişim kurulması sağlanmış, bazı hastalıklara çare bulunmuş, yani doğa kısmen kontrol altına alınmıştır.

Galileo Galilei (1564-1642) güneş sisteminin merkezinde dünyanın değil güneşin yer aldığını göstermiş, Johannes Kepler (1571-1630) gezegenler ve gezegen sistemleri ile ilgili yasaları keşfetmiş, güneş sisteminin matematiksel bir açıklamasını yapmış, William Harvey (1578-1657) kan dolaşımı teorisini geliştirmiştir. Bilimsel devrimin simgelerinden olan Isaac Newton’ın (1642-1727) gelmiş geçmiş en önemli bilimsel eserlerden biri olan “Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri” adlı kitabı 1687 yılında yayımlanmıştır. Bu eserinde evrensel kütle çekim yasasını ve hareket yasalarını açıklayan Newton, gözlem ve deney yoluyla yaptığı çalışmalarla kendisinden önceki fizik anlayışının yıkılmasını sağlamış, fiziksel evrenin algılanışını değiştirmiştir. Ayrıca bu dönemde mikroskop, teleskop, barometre ve termometre gibi çeşitli araçlar icat edilmiştir.

Bu keşiflerle, ampirik(gözleme dayalı) bilim denemeleri ve gezginler sayesinde uzak ve yabancı toplumlar hakkında daha fazla bilgi edinilmesi gibi etkenler sayesinde, geleneksel evren ve dünya anlayışına karşı çıkılmasını sağlayacak bilimsel ve ampirik bir zemin oluşturmuştur.

Bilimdeki bu gibi önemli gelişmeler, özellikle bilimsel yöntemin kullanılması Aydınlanma düşüncesinde bilimin merkezi bir yere sahip olmasını sağlamış ve Aydınlanma düşüncesindeki akıl ve ilerleme gibi bazı önemli ilkelerin şekillenmesinde etkili olmuştur.

Decartes, “düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesi ile bireylerin kendileri için düşünmeleri gerektiğini ve yargılama için gelenek yerine aklın daha iyi bir temel oluşturduğunu ileri sürmüştür. Dinsel ve geleneksel yaşam kurallarının yerini akla dayalı evrensel kurallar almıştır.

(1500-1700) yılları arasındaki Bilimsel devrim tek bir olay ya da keşif olarak değil, Galilei, Newton, Leeuwenhoek, Papin, Leibniz gibi çok sayıda bilim insanının keşiflerinden ve düşünürlerin sosyolojik yaklaşımlarından oluşan bir bütün olarak düşünülmelidir.

Aydınlanma düşüncesi büyük ölçüde İngiltere, Fransa ve İskoçya’da şekillenmeye başlamış, daha sonra Almanya, İtalya, Avusturya-Macar İmparatorluğu, Rusya, Belçika, Hollanda ve Amerika’ya kadar yayılmıştır.

Bu sürecin dışında kalan diğer toplumlar, çağın da gerisinde kalmıştır. Çağın içinde yer alabilmenin tek yolu akıl ve bilimdir…

BEŞ KÖŞE (Şaban Baltacıoğlu)