Bu hafta biraz nostalji olsun istedim ve 15 yıl önce yaşadığımız ve hayatımıza mal olacak bir macerayı anlatmak istedim. 
2500 METRELERDE 2 GÜN......

Kumluca İlçesi Karacaören Köyü ile Finike İlçesi Akçaalan Köyü arasında bulunan sınır anlaşmazlığı konusunda bilgi edinmek üzere 16 Temmuz Cuma günü iki ilçe ile Kaymakamı ve köy heyetleri ile kırkpınar yaylasında buluşmayı kararlaştırdık. Tabii burada iki köy sınır anlaşmazlığını anlatacak değilim. Bu resmi buluşma için ve daha sonra kat ettiğimiz yolda yaşadığımız serüveni paylaşmak istedim sizlerle.

16.Temmuz sabahı saat 4 de Kumlucadan çıkıyoruz. Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner, Ben, Avukat Ramazan Savran ve Cezmi Tuncel. Yenikışla köyünde Karacaören Köyü Muhtarı Raşit Şahinde bize katılıyor ve saat 6 cıvarında Oluklu yaylasına varıyoruz . Bu sırada gün yeni çıkmaya başlıyor. Orada Finike ekibi ile buluşacağız. Ama Finike ekibi henüz gelmemiş. Belki Sarıkaya orman gözetleme kulesine gelmişlerdir diye oraya doğru yöneldik. Kuleye yaklaşınca birde baktık ki geyikler yolun kenarında duruyor. Tabii biz araban inince hemen kaçıştılar. Finike ekibi oraya da gelmemiş. Ama biz orada güneşin bulutlar arasından doğuşunu tüm güzelliği ile seyrediyoruz. 
Diğer ekip arkadan gelir biz sıcak kızmadan yol alalım diye arabadan malzemelerimizi alıp 6,30 civarında dağa tırmanmaya başladık. Bir müddet yürüdükten sonra saat 7’yi geçe dik yukarı kestirmeden Finike Kaymakamı Ahmet Önal ve Akçaalan Köyü İhtiyar heyetinden arkadaşlar bize katıldılar. Biraz daha yürüdükten sonra Karacaören Köyü ihtiyar heyeti ve köylülerden de bize yetişenler oldu. Ama hala kahvaltı yapmadık, ben sabah altı civarında kahvaltı yapan birisiyim. Altı civarındada aç karına atmam gereken haplarımı attım. Ama yarım saat sonra kahvaltımı bir türlü yapamadım. Tabii o anda yürüyenlerin en yaşlısı da benim. Biz ilk yola çıkan 4 kişi diğer yürüyenler gibi değiliz. Resmi geziden sonra Cumartesi pazarı da dağlarda geçirmek istediğimizden sırtımızda Çadır, Uyku Tulumu, giyecek ve 3 günlük yiyeceğimizin bulunduğu biererde çantamız var. saat 9 civarında durduk ve ben biraz birşeyler atıştırarak ilaçlarımın kalan bölümünü aldım.

Yürümeye başladığımda birde baktımki gençler önümüzde kayboldu. Biz Cezmi ile birlikte ağır ağır yürümeye başladık. Saat 11 buçuk civarında önden giden ekiple buluştuk. Onlar gerekli incelemeyi yapmış ve yemek yemeye başlamışlar. Bizde onlara katıldık ve çok zevkli bir öğle yemeği yedim. Yemekte ne vardı diye merak edeceksiniz. Yemekte bir yufka ve iri iri taneleri olan köylülerin kendi imkanları ile kurdukları zeytin. O kadar tatlıydı ki sormayın.

Bulunduğumuz yer kırkpınar yaylasının üzerinde ve 2500 metre civarında idi. Akdağın zirvesine çok az bir mesafe kalmıştı. Orası 3070 metre ile Torosların en yüksek tepesi idi. Oraya kadar varılırda eğer Akdağ’a çıkılmazsa ayıp olurdu. O taraf doğru yöneliyoruz. Tabii ekip diğer köylülerinde katılması ile 40-50 kişi oluyor. Bir kısmı zirveye bir kısmıda kırkpınar yaylasına doğru gidecek. Ama ayrılmadan bir yağmur ve dolu başlıyor ki insanların kaçma imkanı yok. Köylülerden tedbirli gelenler yanında naylon parçaları getirmiş. Yalnız bir kişilik naylonun altına birkaç kişi girince tabii sadece kafamızı koruyabiliyoruz. Bir yandanda yürümeye devam tabii. Yaklaşık 40-45 dakika yağmur ve dolu ile mücadeleden sonra Kırkpınar yaylası Başpınar mevkiindeki Salur köyünden Filikçi Süleymen’ın Yörük çadırına ulaşıyoruz. O sırada artık yağmur kesilmiş bir vaziyette.

Ama sırtımızda ıslanmadık bir yer kalmamış. Orada tabii kurulanmaya çalışıyoruz. Çıkış planımızda orada konaklama ve ertesi günü Akpınar yaylasına ulaşma var. Bende ise o gün orada dinlenme hevesi var. Belli bir yaşa gelmişiz, vücudumun çoğu kesimi kireçli, o kadar yükle o kadar yol yürümüşüz ki o akşam orada kalma isteğimin ne kadar haklı olduğunu sizde takdir edersiniz. Tabii köylüler bizden ayrıldı. Cumartesi pazar ekibi olarak 4 kişi kalmıştık. Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner, Av.Ramazan Savran, Cezmi Tuncel ve ben. Bize bu anda Finike Kaymakamımız Ahmet Önal’da katılıyor. Zirveye çıkma işini bir başka zamana erteliyorlar ve o hızla Akşama Akpınar yaylasına varma kararı alıyorlar. Ama Turgut Eken’in durumu bu yürüyüşe fazla elverişli olmadığı için karşı çıkıyor ama başarılı olamayınca çantasını sırtlayıp düşüyor yollara. 
Karşıdan biraz dik biraz aykırı bir yol çıktığı görülüyor ama derenin neresinden bu yola ulaşılacağını göstermek üzere Filikçi Süleyman bizi uğurluyor. Dereden yavaş yavaş tırmanıyoruz ve birkaç dinlenme ile Acılı mevkiinde ki sırtta bir ara dinlenme veriyoruz. Oradan sonra artık küçük tepecikleri aşarak birazda aykırı Akpınar yaylasının üstündeki sırtlara ulaşacağız ve oradan da dik ineceğiz. Yaklaşık saat 6 cıvarı Akpınara varacağımızı ümit ediyoruz.

Dinlenmede küçük aparatifler atıştırıyoruz. Karşı taraftaki boğazda Salur köyülülerinin yörük çadırları var. Orada Tanıdığım küçük yusufumuz var yusuf salur köyünden filikçilerden ve yaşına göre biraz küçük sevimli bir oğlan. Ben Yusuf diye bağırınca koştu geldi yanımıza ve biraz sohbetten sonra bizi evlerine davet etti. Vakit geç oldu diye biz yolumuza Akdağı arkamıza alarak Akdağı’da alarak bir fotoğraf çektirip biraz sonra başımıza geleceklerden habersiz yolumuza devam ediyoruz. 
Biraz yürüyüp iki küçük tepe aştıktan sonra biz Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner ile biraz geriden yürüyoruz diğer arkadaşlar ise bizden yüz metre falan ileride. Derken hafif bir yağmur başlıyor ve arkasından hızlı bir dolu yağışına geçiyor. Bu dolu yağışı altında yürümek zor olduğu gibi kafamızı doludan korumak daha zor. İlerideki Arkadaşlar elerindeki naylon parçasının altına girip kafalarını koruyorlar. Bizde hemen yakınımızda bulunan küçük kayalıkta vücudumuzu ancak alacak bir oyuk görüyor ve oraya yöneliyoruz. Dolu arkamızdan vurduğu için o anda enseme vuran dolunun verdiği acıyı anlatmak imkansız. Yani enseme bir hayıt sopası ile vursanız bu kadar acıtırmı bilmiyorum. Derken kayanın altına çantalarımızı attık ve ayaklarımız dışarıda kalacak şekilde vücudumuzun belden yukarı kalan kısmını ancak taşın altına sokabildik. Yani vücudumuz ancak sığıyordu. Ama biz yinede sevinçli idik, çünkü dolunun boynumuza vurmasından kurtulmuştuk.

Ama sevincimiz fazla sürmedi. Kayaların üstünden yağmur ve dolu suları akmaya başladı. Orada durmamızda imkansızlaştı. Çıktık ama dolu devam ediyordu. Doludan korunmak için Kaymakam bey uyku tulumunun altına serdiğimiz plastik malzemeyi sırtına doğru aldı, birazda kafasının önüne çekerek doludan korunmaya çalıştı. Dolu serpintili bir şekilde geldiği için bende önüne durarak doludan korunmaya çalışıyordum. Ama buda olmadı çünkü; kayaya çarpan dolular oradan sekip yan taraftan yüzüme vuruyordu. Hatta bu dolu taneleri kayaları parçalıyor ve o kaya parçaları da yüzümüze çarpıyordu. Birazda böyle mücadele ettikten sonra dolu biraz azaldı ve arkadaşların yanına doğru yürüdük. Onların yanına varınca onların naylonunun içine birazda kafamızı biz soktuk ama sığamadık. Neyse dolu yerini yağmura bıraktı bizde tamamiyle ıslak olduğumuz için yola devam ettik.

Yağmur altında yürümek zor gelmiyordu artık. Zorda olsa yürüyorduk ıslanmasından korkacağımız bir yer yoktu. Yalnız çantalarımız tamamiyle ağırlaşmıştı. Bu arada yolda Finike Kaymakamımız Ahmet Önal bey benden çantamı taşımak için istedi ama vermedim. Onlar beni ihtiyar görüyorlardı. Tabii yaş itibariyle onlardan yaşlıydım. Yağmur kesildi ve hava birazcık açmaya meyil verdi. Bu arada epey yolumuz vardı ama saatta 6 yı geçmişti. Yağmur kesildi diye sevinirken kuzeyden esen bir rüzgar çıktı. Keşke Yağmur yağsaydı dedik. Esen bu rüzgar tamamiyle ıslak olan vücudumuzu dondurdu. Tepeye varmak üzere idik. Bir ara kendimi yere bırakmak geldi. Çünkü; rüzgar esince tamamiyle donmuş, yorgunda olunca yürümeye dermanım kalmamıştı. Ama kendi kendime metin olmalısın Turgut Eken böyle kolayca pes etmek belki hayatına mal olabilir onun için metin ol dedim ve yürümeye devam ettim. Az sonra sırtın arkasına ulaştığımda önden giden arkadaşlar orada kayalık bulmuşlar ve rüzgardan koruna bilecekleri bir yerde istirahate başlamışlar bile. Bizde varınca biraz birşeyler yedik ama ellerimizi yumamıyorduk. Parmaklar sanki bir parmak daha olmuştu. Güneşte hafif görünmeye başladı ama batması yakındı. Güneş çıktı diye haykıran Finike Kaymakamı Ahmet beyin o bağırışını duymanızı isterdim.Ben donmak üzere idim ama bu durumumu hiçbir arkadaşa söylemiyordum. Daha sonra öğreniyorum ki yaklaşık hepimiz aynı duyguda imişiz ama herkes benim gibi düşünüyormuş.

Orada daha fazla durmanın fazla anlamı olmadığını düşünerek yola çıkmaya karar verdik. Önden Ramazan Savran yürüdü ve bizi beklemeden dik aşağı indi gitti. Arkadan Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner devam etti. Cezmi ile ikimiz biraz yürüdük ve ateş yakmaya çalıştık. Ama geven çalıları yaştı, birtürlü yanmıyordu derken Finike Kaymakamı Ahmet Önal yanımıza geldi ve ateş yakmaya devam ederseniz donacaksınız onun için yürüyün ki ısının dedi ve benden sırtımdaki çantayı aldı. Nede olsa en ihtiyarları bendim. Oda çantayı aldıktan sonra bizden ayrıldı ve gitti cezmi ile ikimiz geriden gidiyorduk. Yavaş yavaşta akşam oluyordu. Tek güvencemiz ise gödeneyi gördüğümüz için cep telefonları çekiyordu. Üzerimde yük yok rahattım ama dik aşağı inince dizimde bir sızı oluştu. O yürümemi engelliyordu. Ben düşüyorum ama dengemi sağlayabiliyordum. Cezmi düşüyor ama dengesini sağlayamadığı için nereye düşeceğini sırtındaki çanta belirliyordu. Ahmet Beyde gözden kaybolunca derede hangi yöne gittiklerini izden bulmaya başladık. Dereden mi, yandanmı derken Yan keçi yolundan devam ettik. Akpınar yaylasındaki çoban evlerini gördüğümüzde Ahmet Bey Ancak varmıştı. 15 dakika sonra bizde vardık bu saatte saat yaklaşık 19.30 du. Yani 13 saattır yollardaydık. Hemen üstümüzü çıkardık ve evine misafir olduğumuz Karacaören Köylüsü Şirbin Durmuş ve kardeşinin şalvarlarını ve gömleklerini giyerek üstümüzdeki yaş eşyaları kurumaya bıraktık. Ramazan savran’a bizi niçin koyup kaçtığını sorduğumda. “Akşam olduyor hep beraber kalırsak donar kalırız. Ben hiçolmazsa karanlık olmadan ulaşayım köylülere haber vereyim diye ileriden gittim.” dedi.

Bize hemen bir çay demlendi. Arkasından yemekler hazırlandı. Tabii bunları hazırlayan ev sahibi durmuşun güler yüzlü, dobra sözlü güzel kızı Durkadın dı. O halimizde Durkadın kızımızın bize yaptığı ev sahipliği hiç birimizin her halde ömür boyu aklımızdan çıkmaz. Karaca ören köylüleri iki evlerinden birisini bize bıraktılar. Çadır kuracak zamanımız yoktu. Bir kısmımız uyku tulumlarımızı kullandık. Üç kişide hazırlanan yatağa saat on civarı yattık. Donmadan kurtulmuş yatacak bir yer bulmuştuk. Herhalde bundan daha iyi bir keyif olamazdı. Sabah kalktık eşyalarımız daha kurumamıştı ama biz rahatlamıştık. Yine Durkadın kızımızdan bize enfes bir kahvaltı geldi. Keyifli bir kahvaltıdan sonra kurumayan eşyalarımızı taşların üzerine serdik ve arkadaşlar Akpınar yaylasının yanındaki ziyaret tepesine çıkmaya karar verdiler ben ise biraz ihtiyar olduğum için bu tırmanışa cesaret edemedim. Aşağıda kalarak çobanlarla konuşarak ve onların hayvanlarının yaşamlarını resimlemekle vakit geçirdim.

HOŞCA KALIN DOSTÇA KALIN……………

Turgut Eken